Zihnin Çalışması- Olumsuz Bilinçaltı Kayıtları, Tamamlanmamış İşler
Geştalt yaklaşımının psikoterapi alanına getirdiği en önemli katkılardan biri de “tamamlanmamış işler” kavramıdır. Tamamlanmamış işler kavramının temelinde, alan kuramının birbiriyle bağlantılı iki önermesi yer almaktadır. Bu önermelerden birincisine göre insanlar farklı nesneleri birbirinden bağımsız olarak algılamazlar, aksine anlamlı bir bütün halinde organize ederek algılarlar. Örneğin aşağıdaki örneklere baktığınızda bunları noktalar olarak değil, ilkini üçgen ikincisini ise kare olarak algıladığınızı fark edeceksiniz.
Şimdi de diğer şekillere bakın. Bunları da çeşitli lekeler olarak algıladığınızı fark edeceksiniz. İlk şekilde bir erkek, ikincisinde de ise bir köpek göreceksiniz. Üçüncü şekilde ise bir şey görmek biraz daha zordur.
Ama dikkatli baktığınızda ata binen bir insan olduğunu algılayabilirsiniz.
Alan kuramının ikinci önermesine göre ise insanlar eksik olan şeyleri tamamlama eğilimindedirler. Örneğin aşağıdaki gibi tamamlanmamış bir daire gördüğümüzde bunu zihnimizde tamamlayarak bir daire olarak algılarız. İkinci resimde ne görüyorsunuz? Bir kedi değil mi?
Belki de ilk bakışta fark etmemiş olabilirsiniz, ama bu sevimli kedinin kuyruğu ve bir kulağı yok. Ama bu onu kedi olarak algılamamızı engellemez, çünkü zihnimizde eksiklikleri tamamlarız.
Geştalt psikologlarının 1920’li yıllarda yaptıkları algı çalışmalarına bağlı olarak öne sürülen bu önermelerden yola çıkan Zeigarnik(1927), yaptığı deneysel çalışmalarla insanların tamamlanmamış işleri tamamlanmış olanlardan daha iyi hatırladıklarını ortaya koymuştur.
Ovsiankina (1928) ise onun bu deneysel çalışmalarını daha da ileriye götürerek, insanların yarım bıraktıkları işlere spontan bir biçimde geri dönerek tamamlama eğiliminde olduklarını saptamıştı. Bu çalışmalardan elde edilen sonuçlardan yola çıkarak Geştalt terapi yaklaşımında;
a) İnsanların daha önce tamamlayamamış oldukları işlerini (ihtiyaçlarını, temaslarını ya da duygularını) tamamlama eğiliminde oldukları,
c) bunları tamamlayana kadar unutamadıkları ve
d) tamamlayabilmek için çeşitli yollar aradıkları görüşü ortaya çıkmıştır.
Geştalt yaklaşımında tamamlanmamış işler kavramı “kişinin ihtiyaçlarını tatminkâr bir şekilde karşılayamaması ile ilişkilidir” Kişi ihtiyaçlarını tatminkâr bir şekilde karşılayamadığında geştalt tamamlanamaz ve yarım kalır.
Geştaltın tamamlanamaması ise iki şekilde ortaya çıkabilir. Bunlardan birincisi geştaltın tamamlanmak üzere açık kalması, ikincisi ise geştaltın tamamlanmadan kapatılması, yani geştaltın sabitleşmesidir.
Tamamlanmamış İşler Nelerdir?
Daha önce de belirtildiği gibi kişi, ihtiyaçlarını ne kadar kolay, kısa sürede ve tatminkâr bir biçimde karşılayabilirse o kadar rahat huzurlu ve mutlu olur. Ancak kuşkusuz kişinin tüm ihtiyaçlarını kolayca, kısa sürede ve tam olarak tatmin etmesi her zaman mümkün olmaz.
Böyle durumlarda karşılanmamış pek çok ihtiyacımız, tamamlanmamış pek çok işimiz kalır. İnsanlar genellikle daha önemli ya da zevkli buldukları işleri bir an önce tamamlamaya çalışırken, diğerlerini ertelerler. Örneğin sevgilinizle buluşabilmek için yapılması gereken bir ödevi yapmayı ya da gidilmesi gereken bir yere gitmeyi kolaylıkla erteleyebilirsiniz. Ya da belki dişlerinizin rutin kontrolü için dişçinize gitmeyi, dişleriniz ağrımadığı sürece, hatta ağrıdığında bile geciktirebilirsiniz. Bazı kişiler ise bunun tersini yaparak, önceliği zorunlu gördükleri işleri tamamlamaya ya da diğer kişilerin ihtiyaçlarını karşılamaya verirler, ama bu sefer de kendi bireysel ihtiyaçlarını karşılayamazlar.
Sonuçta tamamlanmamış iş, yani karşılanmamış ihtiyaç, ister ödenmemiş bir fatura, ister edilmemiş bir telefon, ister alınmamış bir kazak ya da yapılmamış bir ödev olsun, söz konusu ihtiyacın önemine ve aciliyetine bağlı olarak kişinin zihnini meşgul eder ve onu rahatsız eder. Tamamlanmamış işlerin sayısı arttıkça kişi kendini sadece gergin değil yetersiz, yorgun, tükenmiş hissetmeye de başlar.
Günlük işlerin tamamlanamaması ne kadar yorucu olsa ve enerjimizi tüketse de, asıl sorun yaratan tamamlanmamış işler, bizim için önemli olan kişilerle yaşadığımız çatışmalarla ilgilidir. Bizim için önemli kişilerle yaşadığımız çatışmalar acı, üzüntü, keder, kızgınlık, öfke, Kin, nefret, suçluluk ve utanç hissetmemize yol açabilirler. Böyle durumlarda karşılanması gereken ihtiyaç bu duyguların ifade edilmesi, paylaşılması ve sonra da çatışmanın çözülmesidir.
Bazı kişiler özellikle yakınlarıyla yaşadıkları çatışmaların sonunda küserler ve hatta bu küskünlüğü günlerce ya da haftalarca sürdürürler. Böylece küserek, hem kendilerinin, hem de diğer kişinin duygu ve düşüncelerini ifade etmelerini engellerler ve aralarında tamamlanmamış bir şeylerin kalmasına yol açarlar. Küsmek bir ilişkiyi bitirmekten çok daha farklı bir anlama sahiptir. Biten bir ilişkide artık tarafların birbirlerinden bir beklentileri kalmaz. Oysa küsmek, kişinin diğerinden bazı beklentileri olduğuna ve bu beklentilerin karşılanmak üzere bekletildiğine işaret eder. Dolayısıyla küsmek, tamamlanmamış işlere verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Küsen kişi bu tamamlanmamış duygularını ifade edemediğinden enerjisini dışarıya veremez ve dışarı verilemeyen enerji de birikerek öfke patlamalarına veya psikolojik kökenli fiziksel rahatsızlıklara yol açar.
Bu nedenle çatışma durumlarında küsmek yerine duyguların uygun bir biçimde ifade edilmesi tercih edilmelidir. Bazı kişiler de çatışmayı çözmeden “hiçbir şey olmamış gibi” davranırlar. Kendilerine bir şans daha vermeye ya da “yeni bir sayfa açmaya” karar verirler. Ancak önceki duygu ve düşünceler uygun bir şekilde paylaşılmadan, affedilmesi gerekenler affedilmeden, kabul edilmesi gerekenler kabul edilmeden böyle bir karara varmak, ilişki ile ilgili bir sürü tamamlanmamış işin kalması demektir. Tamamlanmamış işlerin kalması ise ilk fırsatta eski çatışmaların yeniden ortaya çıkmasına neden olur. Bazı durumlar da ise geçmişte yaşanan bir olay, örneğin kişinin tacize, tecavüze, şiddete, teröre ya da savaşa maruz kalması veya tanık olması; deprem, sel, yangın gibi afetler yaşaması veya geçirilen bir kaza, hastalık ya da ameliyat da tamamlanmamış işlerin kalmasına neden olabilir. Yine özellikle kişinin suçluluk ve utanç duymasına yol açmış olan yaşantılar da tamamlanmamış olarak kalabilir. Örneğin bir grup ya da önemli birisi tarafından dışlanmak, mastürbasyon yaparken görülmüş olmak, bedeniyle ilgili hoş olmayan sözlere maruz kalmak gibi yaşantılar üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen hatırlandıklarında hala çok yoğun olumsuz duygulara yol açıyorlarsa, tamamlanmamışlar demektir.
Burada sözü edilen tamamlanmamış işler, hatırlanabilen ve dolayısıyla çok uzak olmayan geçmişle ilgili anılarla ilgilidir. Bu nedenle de kişi duygularıyla yüzleşmeye hazır olduğunda tamamlanabilecek durumdadırlar. Oysa özellikle çocukluk döneminde yaşanan ve acı, üzüntü, keder, kırgınlık, korku, öfke, kin, nefret, suçluluk veya utanç gibi olumsuz duygulara yol açan yaşantıların çoğu hatırlanmaz ve sabit geştaltların oluşmasına yol açar.
Geştaltın Sabitleşmesi
Yeterli bir donanıma sahip olmayan küçük bir çocuk, çocukluk döneminde karşılaştığı travmatik ve zor yaşantıların yol açtığı yoğun duygularla sağlıklı bir şekilde başa çıkamaz ve bunlardan kurtulabilmek için bu duygulara yol açan ihtiyaçlarını karşılamaktan vazgeçer.
Başka bir deyişle, ihtiyacını karşılamak üzere oluşturduğu geştaltı yaşadığı yoğun olumsuz duygular nedeniyle tatminkâr bir şekilde tamamlayamadığı için “erken” ve “uygun olmayan” bir biçimde kapatır. Geştalt yaklaşımında buna geştaltın sabitleşmesi denir.
Geştaltın sabitleşmesi doğal tepkilerin engellenmesine ve bunların başka tepkilerle yer değiştirmesine yol açar.
Örneğin, Ahmet, her üzülüp ağladığında anne-babası onun bu üzüntüsünü anlayışla karşılayıp, nedenlerini anladıktan sonra onu yatıştıracakları yerde, “erkekler ağlamaz” diyerek kızıyorlardı. Diğer taraftan özellikle babası Ahmet’in girişken ve öfkeli davranışları karşısında ise “işte benim cesur oğlum” veya “erkekler böyle atak ve güçlü olmalıdır” gibi ifadelerle onu övüyordu. Bu tür tepkilerin tekrarlanması karşısında Ahmet önce üzülünce ağlamamaya, sonra üzüntüsünü ifade etmemeye, daha sonra üzüntüsünü fark etme meye ve en sonunda da üzüntüsünü öfke şeklinde ifade etmeye başladı. Böylece Ahmet için “üzülmek yerine öfkelenmek örüntüsü” sabit bir geştalta dönüşmüş oldu.
Aydan ise her yaramazlık yaptığında “iyi çocuk olduğun zaman yanımıza gel” diye azarlanıyor ve anne-babası tarafından odasına gönderiliyordu. Odasında tek başına, kendini yalnız ve suçlu hisseden Aydan, ne yapacağını bilemiyor ve kendisini yatıştırmak için odasındaki dolapları düzeltiyor veya oyuncakları simetrik bir şekilde diziyordu. Pek çok kez bu şekilde odasına gönderildikten sonra Aydan sabit bir geştalt geliştirerek önce kendini her yalnız ve suçlu hissettiğinde, daha sonra ise kendini yalnız ve suçlu hissettiğinin bile farkına varmadan, odasındaki dolapları gerekmediği halde sık sık toplamaya ve odasındaki eşyaların simetrik bir şekilde durup durmadıklarını kontrol etmeye başladı. Aydan, sonunda evdeki en ufak bir dağınıklığa bile tahammül edemeyen, evi dağıttıkları için eşine ve çocuklarına kötü davranan sinirli bir anne haline geldi.
Annesinin “çok işim var, şimdi seninle uğraşamam”, “beni meşgul etme, canım sıkkın”, “git başımdan, beni rahat bırak” gibi ifadeleriyle karşılaşan Aylanur ise sevgi ve ilgi ihtiyacının karşılanamadığı böyle durumlarda, nefesini tutarak ve göğüs kaslarını gererek, hissettiği acı ve üzüntüyü engellemeye çalışıyordu. Aynı ifadelerle tekrar tekrar karşılaşması, giderek Aylanur’un nefesini tutması ve göğüs kaslarını kasması sonucunda ortaya çıkan “kambur” duruş şeklini sabitleştirmesine, alçak sesle konuşmasına ve içine kapanık biri haline gelmesine yol açtı.
Bu üç örnekte de görüldüğü gibi Ahmet öfke göstererek, Aydan dolapları tekrar tekrar toplayarak ve eşyalarını simetrik bir şekilde dizerek, Aylanur ise kamburlaşarak kendisini üzülmekten ve acı çekmekten korumaya çalışmaktadır. Ancak bunun bedeli sevgi ve ilgi ihtiyaçlarının karşılanmadan kalmış olması, hatta zaman içinde neye ihtiyaçları olduğunu bile unutmuş olmalarıdır. Sevgi ve ilgi ihtiyaçları aileleri tarafından önemsenmeyen bu çocuklar, zamanla kendileri de ihtiyaçlarını önemsememeyi öğrenmiş olurlar.
O çocuğun kendini acı çekmekten ve kötü muamele görmekten koruyabilmek için geştaltı sabitleştirmeye çalışırken geliştirdiği yollar, onun daha sonraki yıllardaki var oluş biçimini, yani fiziksel, duygusal, davranışsal ve bilişsel süreçlerini belirler.
Bu nedenle tamamlanmamış ihtiyacı sabitleşmiş olan kişi, şimdiki çevresi çocukluğundakinden çok farklı olsa da, aynı çocukluğundaki gibi tepki vermeye devam eder ve geçmişindeki çözümlenmemiş olan ihtiyaçlarını şimdiki zamanda karşılamaya çalışır. Aslında kişinin farkında olmadan da olsa kendini, bu ihtiyaçları karşılamaya yönelik durumlara sokması ve geçmişte karşılayamadığı ihtiyaçlarını şimdiki zamanda karşılamaya çalışması çok sağlıklı bir yoldur. Kişi böylece geçmiş problemlerini çözmeye çalışmaktadır. Ancak geştaltın sabitleşmiş olması nedeniyle hem ihtiyaçlarının tam olarak farkında olmadığından, hem de bu ihtiyaçlarını karşılamak için eski bildiği işlevsiz yolları kullandığından, yine ihtiyaçlarını karşılayamaz.
Örneğin; Ahmet insanlar arası ilişkilerde, üzüldüğü durumları diğerlerine belirtmek yerine onlara öfkelenerek tepki verdiğinden, diğerlerinin onu anlama ve ona anlayış gösterme ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Aydan çocuklarıyla oynamak ve eşiyle hoş vakit geçirmek yerine sürekli evi derleyip topladığından ve hatta evi dağıttıkları için onlara kızdığından, onların kendisine yaklaşmaları ve sevgi göstermeleri olasılığını yok etmektedir. Aylanur ise sevgi ve ilgi görebilmek için insanlarla birlikte olmak ve onlarla temas kurmak yerine alçak sesle konuşarak, “kambur” duruşu nedeniyle bedensel olarak da “kapalı” izlenimi vererek ve zaten de onlarla sık görüşmeyerek isteği sevgi ve ilgiyi alamamaktadır. Bütün bu nedenlerden dolayı da ne Ahmet, ne Aydan, ne de Aylanur ihtiyaçlarını karşılayamamakta ve geştaltı tamamlayamamaktadırlar.
Başka bir deyişle, sabitleşmiş geştalt nedeniyle kişi, ne “hangi” ihtiyacını ne de “nasıl” karşılayacağını bilememektedir. Sabitleşmiş geştalt nedeniyle kişinin fiziksel, duygusal, davranışsal ve bilişsel tepkileri orijinal ihtiyaçtan o kadar uzaklaşmıştır ki, bu tepkiler ile ihtiyaçlar arasındaki bağlantıları görmek çok zor olur. Kişi bu sabit geştaltlarına o kadar alışmıştır ki, gerçekten ne yaptığının, nasıl yaptığının, ne amaçla yaptığının farkında değildir. Dolayısıyla da ortaya çıkan belirtiler genellikle örtüktür ve tamamlanmamış işlerle bağlantısızmış gibi görünür.
Tamamlanmamış İşler Nelere Yol Açar?
Tamamlanmamış işler, kişiyi tamamlanmak için zorladıklarından dolayı tamamlanmış işler ya da bir başka deyişle kapanmış geştaltlar gibi fonda kaybolup gitmezler. Aksine sürekli fonda kalırlar ve şekil haline gelebilmek için devamlı fırsat kollarlar. Bu ise şekil ile fonun hızlı bir şekilde yer değiştirmesine yol açar. Bu nedenle de kişinin içinde bulunduğu ana ve yeni yaşantılara odaklanmasını engellerler.
Örneğin; önemli bir haber beklerken ya da canımız bir konuya sıkkın olduğunda yanımızdaki kişiler ne kadar ilginç şeyler anlatırlarsa anlatsınlar onları tam olarak dinleyemeyebiliriz. Veya bazen bir başka durumdan ya da kişiden kaynaklanan olumsuz duygularımızı o anda yanımızda ya da etrafımızda olan kişilere yansıtabiliriz. Bunun en iyi örneklerinden biri de bazı kişilerin neye kızmış olurlarsa olsunlar, öfkelerini trafikte karşılarına çıkan kişilerden çıkarmaya çalışmalarıdır.
Tamamlanmamış işler kişinin “ne olmuştu?”, “ne demişti?”, “ben ne demiştim?”, “ben ne yapmıştım?”, “nasıl yapmıştım?” gibi soruları tekrar tekrar cevaplayarak zihinsel tekrarlamalar yapmasına yol açabilirler.
Tamamlanmamış işlerin etkilerinin en belirgin olarak ortaya çıktığı psikolojik sorun ise travma sonrası stres bozukluğudur. Travma sonrası stres bozukluğunda kişi yaşadığı travmaya dayanabilmek için travmayı hatırlamama ve onunla, ilgili duygularını bastırma eğilimi içinde olur . Bu nedenle de yaşanan travma tamamlanmamış bir iş olarak kalır ve kişinin şimdiki yaşantısını olumsuz bir şekilde etkilemeye başlar.
Bazı durumlarda ise tamamlanmamış iş cinsellik, güzellik, başarılı olma gibi belli bir konu ile ilgili olabilir. Böyle durumlarda kişi tüm yaşamını bu tamamlanmamış konuya göre belirler ve sürekli bu konu ile meşgul olur. Bu ise kişinin tüm enerjisini tamamlanmamış bu konuya yönlendirmesine ve dolayısıyla yeni ve farklı konular için enerjisinin kalmamasına neden olur.
Tamamlanmamış İşlerin Terapide Ele Alınışı
Terapide tamamlanmamış işlerle çalışırken amaç, danışanın
a) tamamlanmamış işlerini fark etmesi.
b) tamamlanmamış işlerle ilgili anıları yeniden yaşayarak temelindeki ihtiyaçlara ulaşması,
c) bunlarla ilgili duygularını ifade etmesi,
d) bu ihtiyaçlarını “şimdi” karşılayabilmesi için alternatif yollar ve beceriler kazanmasıdır.
Böylece danışanın tamamlanmamış işlerini sağlıklı bir biçimde tamamlaması ve tamamlanmamış işleri nedeniyle bloke olmuş enerjisini “şimdi’ye ve “yeni”ye yöneltebilmesi sağlanır.
Bazı danışanların o kadar çok tamamlanmamış işleri vardır ki, önce hangi şikâyetlerinden konuşmaya başlayacaklarını bilemezler.
Böyle durumlarda terapist danışanın en önemli bulduğu şikayetlerinden işe başlamalı ve bu şikayetleri ile tamamlanmamış işleri arasında bağlantı olup olmadığını araştırmalıdır. Bunun için de öncelikle kişinin yakınları ve yaşamında önemli yer tutmuş kişilerle olan ilişkileri üzerinde durulmalıdır. Daha sonra danışanın önemli bulduğu anılar belirlenmeli ve bu anılar sanki “o anda” yaşanıyormuş gibi canlandırılmalıdır.
Örneğin, terapide Zehra’nın hatırladığı en belirgin anılardan biri babasının ağabeyini dövdüğü, bu arada annesinin bir köşede ağladığı ve kendisinin de masanın altına saklanarak onları izlediği sahne idi. Bu tür sahneler Zehra’nın çocukluğunda sık sık tekrarlanmıştı. Zehra terapi sırasında bu olayı bedeninin üst kısmı öne eğik ve omuzları kalkık bir şekilde ve gözleri dolarak canlandırırken kendini çok korkmuş ve çaresiz hissettiğini belirtmişti.
Tamamlanmamış işin tarihçesi belirlendikten sonra, bu anıların kişinin bugünkü yaşamı üzerindeki fiziksel, duygusal, davranışsal ve bilişsel etkileri üzerinde çalışılır. Yukarıda sözü edilen Zehra işinde çok başarılı olan üst düzey bir yöneticiydi. Okul hayatı boyunca da çok başarılı ve uyumlu bir çocuk olmuştu ve ailesine “asla sorun yaratmamış” olmaktan dolayı gurur duyuyordu. Terapiye başvurduğunda on yıllık evli ve iki çocuk annesiydi. Arkadaşlarıyla ve çocuklarıyla olan ilişkisinde sorun yaşamıyordu, ancak evliliğinde ciddi sorunlar vardı ve sürekli sırt ve baş ağrıları çekiyordu. Son zamanlarda kendini yalnız ve yorgun hissediyor, ağrıları nedeniyle uyuyamıyor, dikkatini toplamakta zorluk çekiyordu Eşi de giderek evden uzaklaşmaya ve düşmanca tavırlar içine girmeye başlamıştı. Zehra bu sıkıntılarından kimseye söz etmiyor, ayrıca çocuklarının ve anne-babasının bu sıkıntılarını fark etmemeleri için büyük çaba harcıyordu.
Tamamlanmamış işlerin temelinde özellikle “içe alınan” mesajlar çok önemli bir yer tutmaktadır. Dolayısıyla terapide bu içe alınan mesajların belirlenebilmesi üzerinde de çalışılmalıdır. Yapılan çalışmalar sırasında Zehra’nın bugünkü davranışlarını etkileyen içe aldığı en önemli mesajın “kendi ayakların üzerinde dur ve sorun çıkarma” olduğu ortaya çıktı. Zehra babası ve ağabeyi arasındaki sahneleri ve annesinin çaresizliğini seyrederken, kimsenin onunla ilgilenebilecek durumda olmadığını fark ederek, bir de kendisinin sorun yaratmaması gerektiğine “karar vermiş” ve böylece ihtiyacı olan sevgi ve ilgiyi hiç sorun yaratmayarak, hatta onların arasını düzeltmeye çalışarak karşılamaya çalışmıştı. Bu yolla başarı ve takdir edilme ihtiyaçlarını karşılamış olsa bile “olduğu gibi davranma” ve “olduğu gibi sevilme” ihtiyaçlarını hiç karşılayamamıştı.
Geştalt yaklaşımında, tamamlanmamış işlerin tamamlanabilmesi için uygulanabilecek yöntemlerden biri, tek ve çift boş sandalye çalışmalarıdır. Boş sandalye çalışmaları sırasında danışanın günlük yaşamında, yakın geçmişinde veya çocukluğunda olumsuz duygular yaşamasına yol açmış kişi ya da kişilerle monolog ve/veya diyaloglar oluşturması, onlara duygu ve düşüncelerini ifade etmesi sağlanır. Bunun için önce danışandan olumsuz duygular yaşamasına yol açmış bir kişiyi belirlemesi ve onun karşısındaki boş sandalyede oturduğunu hayal etmesi, sonra da ona onunla ilgili kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmesi istenir. Bazı durumlarda ise çift sandalye uygulamaları daha yararlıdır. Böyle durumlarda danışan boş sandalyedeki kişiye kendi duygu ve düşüncelerini ifade ettikten sonra, o boş sandalyeye kendisi geçerek o kişinin yerini alır ve biraz önce kendisi olarak söylediklerine o kişi olarak cevap verir. Tek ve çift sandalye uygulamaları danışana hem kendini çok daha iyi ifade etme, hem de tüm duygularını yaşayarak boşaltma imkânı verir. Bu uygulamalar sırasında yastıklardan da yararlanılabilir.
Sonuç olarak, terapide tamamlanmamış işlerle ilgili olarak yapılan çalışmaların amacı, geçmişin olumsuz etkilerinden kurtularak bugünün tam anlamıyla ve tatminkâr bir şekilde yaşanabilmesine yardımcı olmaktır. Tamamlanmamış işlerini tamamlamış olan kişi, geçmişiyle, kendiyle ve diğer insanlarla daha iyi temas kurabilmeyi, yaşama daha enerjik ve aktif olarak katılabilmeyi ve en önemlisi kendi ihtiyaçlarının farkına vararak bunları uygun şekillerde ifade etmeyi ve karşılamayı öğrenmiş olur. Bununla birlikte tamamlanmamış işlerin tamamlanması süreci zorlu bir süreçtir, çünkü daha önce yaşamaktan kaçınılmış olan öfke, suçluluk. utanç, üzüntü gibi tüm olumsuz duygular terapi sırasında ortaya çıkar ve yaşanır. Dolayısıyla tamamlanmamış işlerle ilgili olarak yapılan çalışmalar sırasında direnç ortaya çıkabilir ve bu çok doğaldır. Bu nedenle terapide tamamlanmamış işlerin tamamlanması sırasında diğer temas biçimlerinin yanı sıra direncin aşılabilmesine, kördüğümlerin çözülebilmesine ve kutupların bütünleştirilebilmesine yönelik çalışmalara da gereksinim duyulur.
Kaynak : Gestalt Terapi (Bütünleşmek ve Büyümek)
Doc.Dr. Ceylan Baş