Akışa Bırakmak
Maddi konularda egoyu ikna çalışmaları yapıyordum. Bu konuda yazı yazmak için başlangıç yaptım ama yazıyı bitiremedim. Yazının devamını yazmak içimden gelmiyordu ve bende bunun için kendimi zorlamadım ve akışına bıraktım. Çünkü bu durum bana aslında şunu hatırlattı, eğer yazıyı böyle yazarsam eksik bir şeyler olacak, deneyimlemem gereken bir şeyler daha var, onu ya da onları deneyimledikten sonra yazı tam olarak amacına uygun yazılabilecekti.
Bende olayı akışına bıraktım ve kendimle ilgili çalışmalara devam ettim. Bir olay üzerine arkadaşımla konuşurken çekimser olduğumu fark ettim. İşle ilgili bir konuydu bu ve normalde o konuda yazılı bir kural olmasına ve hak olarak verilmesine rağmen uygulamada amirler tarafından bu konunun gündeme getirilmesi pek hoş karşılanmıyordu. Ya da biz öyle değerlendiriyorduk. Sonuçta hakkımız olduğunu düşündüğümüz şeyi uygulamada istemek zorunda olmaktan rahatsız olduğum bir durumdu. Çok önemli olmamakla birlikte gündeme getirildiğinde üst kademe tarafından hoş karşılanmayacağını düşündüğümüz kalıplaşmış bir durumdu.
Bununla ilgili temizlik çalışması yapmaya karar verdim. Yaptığım çalışmalar sonrasında bu olumsuz duygunun farklı ayaklarını temizledikten sonra kafamda bir şimşek çaktı. Aslında burada ki en büyük problem bizim o duruma yapmış olduğumuz tanımın içindeydi.
Hak Etmek ya da Hak Etmemek.
Hayatımızın her alanında etkili olan bir konuydu. Bizim tüm yaşamımızda kendimizi kafese kapatmamıza neden olabilecek güçte olan kelimelerdi.
Enteresan bir durumda ama ne yazık ki öyleydi. Daha önce çalıştığım iş yerinde yaşadığım bir olayın yansıması daha sonra üzücü bir olay olarak karşıma çıkmıştı. Bu olayı neden yaşadığımı sorgulamaya başladığımda bu olayın iki ayağı vardı. Bu olay başıma gelmeden önce aynı iş için ben takdir edilmiştim ve hiçbir şey yapmadan takdir edilmek beni mutlu ederken arka planda ise bu konu bende rahatsızlık yaratmıştı. Ben bu ödülü hak etmediğimi düşünüyordum. İşleri başka birisi yapıyordu, ben kontrol sorumlusu idim ama kontrol için çok fazla özen göstermiyordum. Ancak işler yolunda gidiyordu. Son altı ay da ise işi yapan kişinin kendi kişisel problemleri nedeniyle işte bazı aksaklıklar olmuştu. Doğal olarak işin sorumlusu olan kişi olan ben olumlu olaydan etkilendiğim gibi olumsuz olaydan da etkilenmiştim.
Öncelikli olarak olayı yeniden değerlendirmeye başladım. Bu olay bana ne öğretmek için benim başıma geldi. Önce müdürüm olan kişinin bana olan davranışlarını değerlendirdim. Onun bu şekilde davranışında kendisi açısından haklı nedenleri olabilirdi. Onu kabul ettim ve kendime dönüp ben bu olayın başıma gelmesinden nende rahatsız oluyorum dedim. Bu konu neden canımı acıtıyordu.
Aklıma gelen ilk şey işime nankörlük ettiğim konusuydu. Ben bulunduğum rahat ortamı ve bana sağladığı imkânları kabullenemiyordum. Kişisel gelişme çalışmalarının başlangıcında tespit ettiğim konuya yeniden dönmüştüm. Bu konuda çalışma yapıp bu korkumu temizlediğimi sanıyordum ama yine bir yerlerde bir şey vardı.
Bu bir bilinçaltı kaydıydı, hak etmediğin bir şey aldığında ya da yaptığında mutlaka başına bir şey gelir. Çok basit bir denklemdi aslında bu olay. Çekim yasasını çalıştırıyordum. Ben bu durumu hak etmiyorum başıma illa bir şey gelsin. Çünkü işler normal yolunda giderken benim bilinçaltımda bir yerde terslik var diyordu.
Kendi açımdan kritik bir konuyu yeniden masaya yatırmıştım. Hak etmemek duygusu şimdide de farklı bir boyutta karşıma çıkmıştı. Bu durumun hayatıma etkisini tam olarak kavrayamamıştım. Darel Rutherford’un Çözüm Olmak kitabında ki aklıma geldi; “Hayattan alabileceklerin, bilincinin hak ettiğini düşündüğü ve inandığı kadardır.”
Bilincim yine hak etme kavramına takılmıştı. Bu kavram konusunda farklı nasıl düşünebilirim diye kendimi sorgulamaya başladım. Bu dünyada ki her şey yaratanındı. Biz canlılar yaşam süremizce bunları kullanıyorduk. Normalde gerçek anlamda sahip olduğumuz hiçbir şey yoktu. Sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şey ev araba vb. her şey ne yazık ki yaratıcınındı ve bu dünyaya aitti. Biz sadece geçici süre kullanıcıydık.
Ancak önemli bir nokta vardı, yaratan Kuran’da “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” diyordu, başka ayette ise; “Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldürecek ve daha sonra da diriltecek olandır.” diyordu. Yine başka bir ayette “Allah dilediğine hesapsız rızk verir” diyordu. Ve verdikleri rızk için bol bol şükretmemizi istiyordu.
Allah yarattığı her canlının rızkını veriyordu. Dünyada bir akış düzeni vardı. Allah insanları ve canlıları bu akış düzeninin parçası yapmıştı. Benim rızkım için bir başkası aracı oluyorken, başkasının rızkı için ise ben aracı oluyordum. Yapmam gereken tek şey şükretmek ve istemekti gerisini yaratıcının onu bana ulaştırmasına kalıyordu. Yüce Allah bizim istediklerimiz bize bir şekilde ulaştırıyordu. Parada bu işte bir aracıydı. Ortada dönen her şey Yüce Allahındı. Ve yaratıcı yarattığı canlıların rızkını bu akış içerisinde bol bol veriyordu. Tabii ki canlılar bu akışa müdahale etmedikleri sürece bu düzen işliyordu. Ancak biz insanlar düşünen canlı olarak bu akışa müdahale ediyorduk. Yaratıcın nimetlerini etiketleyerek akışı engelliyorduk. Bir taraftan isterken, diğer taraftan yaratıcını kuranda tanımladıklarının dışında biz yeni durumlar yaratarak yaratıcının bize gönderdiği nimetleri reddediyorduk. Hak etmemek, kötü para, haram para yada mal gibi.
(İşin özünün araştırılıp sorgulanmasını izin vermeyen şekilselliği ön plana çıkaran öğrenilmiş inanç sistemi ile bu kavramlar farklı boyutlara çok rahat bir şekilde çekilmektedir. Bu konularda Kuran’da yazan dar bir tanımlama insanlar tarafından çok genişletilerek her şeyde akışın önünde engel oluşturacak şekilde yaşantımızda bize dayatıldığını düşünmekteyim.)
Kendimi sorguladığımda hak etmemek kavramı ile akışımı engellediğimi fark ettim. Ben bir şeyler istiyordum. Sahip olduklarım için Allah’a minnettardım. Ve istediklerim bana bir şekilde geliyordu. Ama ben istediklerimin illa benim istediğim yoldan gelmesini beklediğim için hak etmediğimi düşünerek bana gelen şeyleri red ediyordum. Bu reddetmede aslında akışı engelliyordu. Ben kendimin Allahın sevgili kulu olduğunu unutup kendimi değersiz biri olarak görmeye başlıyordum. Ve sonuçta elde ettiğim şeyin karşında bir direnç oluşturuyordum. Bu dengesizlik sonuçta başıma olumsuz olay olarak geliyordu. Bu tür olayları daha öncede yaşamıştım.
Benim için ilginç bir tespitti, farkında olmadığım kısır bir döngüydü. Çocukluğumdan itibaren hep hak etmek ya da hak etmemek kavramları arasına sıkışmıştım. Kimin tarafından empoze edildiğini hatırlamadığım bir düşünce kalıbı ile ne yazık ki bir çok kez akışı engellemiştim.
ben ne istiyorum?
Ben rahat ve huzurlu bir iş ortamı istiyordum. Bu benim düşünce yapıma uygun normal bir istekti ve yaratıcıda bana bunu sürekli veriyordu. Çalıştığım yerlerde hafif bir işim ve kendime ayıracak oldukça fazla zamanım ve imkânlarım oluyordu. Başka kişilerin ise oldukça yorucu ve fazla işleri olabiliyordu. Aslında objektif gözle baktığımda bu işler ne yazık ki kendi kendini besleyen bir sisteme hizmet eden hiçbir amacı olmayan şekilsel faaliyetlerdi.
Ben huzurlu, rahat iş ortamını isterken diğerleri ise kendi düşünce kalıpları ile o içinde debelendikleri işleri kendilerine çekiyorlardı. Bu bir seçimdi ben iş ortamımın rahat ve huzurlu olmasını seçip parayı öyle kazanmayı seçerken onlar tam tersi kendilerini meşgul edecek işleri çekerek çok çalışıp para kazanmayı seçiyorlardı.
Sürekli mücadele içerisinde olan ve olduğu ortamdan rahatsız olan bir arkadaşım var. Bana sürekli sen kalbi temiz adamsın, işlerin hep rast gidiyor diye takılır. Bende kendisine aynı durumu kendisinin de yaşayacağını söylediğimde ne yazık ki bu durumu kabullenmek istemedi ve “Sakin bir yaşamın ona göre olmadığını illa bir şeylerle mücadele etmesi gerektiğini ancak kendisini bu şekilde tanımlayabileceğini diğer türlü hiçbir şeye yaramadığını düşüneceğini” söyledi. Aslında içinde bulunduğu durumu kendisi çekiyor bunun farkında ama egosu onu bu durumdan vazgeçmesini istemediği için kendince bahaneler üretip o kısır döngüde yaşamına devam ediyor.
Kişisel gelişim çalışmaları sonrasında onun içinde bulunduğu durumu çok daha iyi anlıyorum. Herkesin yaşam biçimi bir seçim. Nasıl yaşamayı seçerseniz yaratıcı size o türde bir yaşamı önünüze getiriyor. Yapması gereken sadece aklını kullanıp içinde bulunduğu durumu değiştirmek için düşüncelerini değiştirmek. Tabi öncelikle bu durumu istemesi lazım.
Kendimi sorgulamam bana farklı bir bakış açısı kazandırmıştı. Yaşantımdaki temel konu olan hak etmemek konusu ile kendimi sınırladığımı fark etmiştim. Başkalarının kendi özgür iradeleri ile seçtikleri sürekli yoğun çalışma durumu bende rahatsızlık yaratıyordu. Aslında bu durum onun seçimiydi ben onun sorumluluğunu almak zorunda değildim. Ancak onların içinde bulundukları durum nedeniyle az çalıştığımı düşünüp eziliyordum. Ve bu durum bende suçluluk duygusu oluşturuyordu. Suçluluk duygusu da cezayı çekiyordu. Suç ve ceza. Müthiş bir ikilem suç varsa mutlaka cezalandırılmalıdır. Bu konuda okumuş olduğum bir yazıdan alıntı ile devam etmek istiyorum.
“Eğer bir adam için annesini huzurevine göndermek, çok doğal ve normal bir davranış ise ve inanç sistemi buna uygunsa, annesini huzur evine gönderince, bu onun hayatında herhangi bir olumsuzluğa yol açmayacaktır. Annesine kendi bakması gerektiğine ve huzurevine göndermesinin çok kötü bir davranış olduğuna inanan başka bir adam ise, bu inancına rağmen annesini huzur evine gönderir ise, hastalanabilir işini kaybedebilir ya da başına başka bir kötü olay gelebilir. İki adam da aynı şeyi yaptı ama birisinin hayatında herhangi bir değişim olmazken, diğeri aynı eylemden sonra birçok sorun deneyimledi. Bunun nedeni ise, kişinin kendi içinde onu cezalandıran inanç sistemidir. Bilinçaltınızda bir konuda suçluluk duyguları varsa bilinçaltınız mutlaka sizi cezalandıracak şekilde çalışacak ve hiçbir suç cezasız kalmaz inancını koruyacaktır. (onaylanma yasası)
Burada önemli olan şey, sizin için neyin kötü, yanlış veya suç olduğudur. Eğer yaptığınız herhangi bir şey sizin için suçsa, bilinçaltı için artık burada ceza süreci başlayacaktır ve sizin için ceza olarak en kabul edilebilir olası bir sonucu karşınıza çıkartacaktır. “
Aslında benzer durumları hayatımızda sürekli yaşıyoruz. Kendi kendimize kısıtlamalarla suçlu olduğumuzu düşünüyor sonrada başımıza olumsuz bir şey gelmesini bekliyoruz.
Yaşadığım olaylar benim farkında lığımı artırarak bu durumu farklı bakış açısı ile öğrenmemi sağladı. Yaşadığım olaylardan almam gereken bir dersti bu. Kendi kendime kendimi hak etmediğimi düşünerek suçlu tanımladığım için karşılığında ceza geliyordu. Dersi anlayana kadar başıma gelmeye devam ediyordu. Çekim yasası işliyordu.
Yapmam gereken şeyin aslında bakış açımı değiştirmek olduğunu anlamıştım. Olaylara geniş açıdan bakacaktım. Dünyadaki herkes kendi yaşam şeklini kendisi seçiyordu. Her şey bir seçimdi. Ama insanlar ne yazık bu durumu kendi seçtiğini unutup başkalarını sorumlu tutuyorlardı. Başkasının seçiminden dolayı suçluluk duymak zorunda olmak zorunda değildim. Sonuçta insanlar dünyaya eşit olarak geliyorlardı. Evet, anne ve babamızı seçme şansımız belki yok ama en büyük güç olan akla sahibiz. Anne ve babamız bizim bu dünyaya gelmemizde birer aracılar. Ancak sonrasında aklımız sayesinde yaşantımızı biz kendi düşüncelerimizle kurma imkânına sahibiz. Bu sahip olduğumuz büyük bir güç. Biz bu gücün farkında değiliz.
Yapmamız gereken şey Allaha kulluluk etmemizde ancak bununla beraber Allah bize akıl vermişti. Ve biz bu akılı yaşam amacımızı öğrenmek için kullanmamız gerekiyordu. Bunun için yapmamız gereken yaşadığımız olaylardaki deneyimleyerek ruhsal gelişimizi tamamlamamız lazımdı.
Dünyada geçirdiğimiz süreçte çeşitli olaylarla karşılaşarak yaşadığımız deneyimlerle ruhsal gelişimimiz için bize yol gösterecektir. Eğer yaşadığımız olaydaki dersi anlamamışsak aynı olayın farklı versiyonları başımıza gelmeye devam edecektir. Olaydaki dersimizi almışsak bir sonraki dersimiz için yeni olaylar başımıza gelecektir. Bu da bizim yaşantımıza heyecan getirecektir. Aynı bir bilgisayar oyunu gibi bir bölümü bitirdin bir üst bölüme geçiyorsun.
Yapmamız gereken tek şey yaşadığımız olayı etiketlemeden olduğu gibi kabul ederek geniş perspektiften bakıp bu olay benim neyi öğrenmem için başıma geldi diyebilmek.
Aslında bu konu mutlu olmamızın olmazsa olmaz 3 konusundan birisi: “Yaşadığımız olayları olduğu gibi kabul etmek.”
Ben bu öğedeki anlamı anlayamadığım için bir çok olayı yaşadığımın farkına varmaktayım. Yeniden hak etme kuramına dönersek, hak etmek yada hak etmemek düşünce kalıbı bu yaşadığımız olayları olduğu gibi kabul etmemizi ondaki alınması gereken dersi görmemizi engelleyen bir düşünce kalıbı olduğunu düşünüyorum.
Basımıza gelen bir olayda doğal olarak sağlıklı düşünce ile ben bu olayı olduğu gibi kabul edip bu olay benim başıma neden geldi, benim bu olaydan ne öğrenmem lazım diye bakmak gerekirken egonun devreye girmesi ile bakış açımız ve odak noktamız o olayı hemen hak edip etmediğimiz noktasına kaymaktadır. Karşılaştığımız o olumsuz olayı başımıza gelmesini hak ettiğimizi ya da hak etmediğimizi düşünmemizin arasında aslında bir fark yok. Sonuçta iki türlüde biz mutsuz olacağız. Ancak ego için bu durum fark etmez o kendisi için bir kimlik bulmuştur. Ve sizin odağınızı sürekli olayla ilgili kıyaslama yapmaya yönlendirerek kimliğe tutunmaya devam edecektir.
Bir anda beynimizde yapmış olduğumuz sınırlama ile kendimizi mutsuz hissetme seçimini yaptık. Evet aslında hak etme kavramını odağımıza koyarak kendimizi mutsuz etmek için bir seçim yapıyoruz. Sonuç ta olay olmuş ve bitmiştir. Bizim o durumda kendimizi mutsuz hissetmemiz olayı çözümlemez ancak egoyu ayakta tutar. Yapmamız gereken bu olaydan almam gereken ders nedir diye bakmak. Bu bakış size çözüm için çıkış noktasını gösterecektir.
Almamız gereken dersi almamız bizi güçlendirecek bir sonraki olayı daha fazla bilgi donanımı ile karşıladığımız için daha rahat algılama ve çözümleme fırsatını elde edeceğiz. Olaydan alacağımız ders ne diye sorgularsak aslında olayın başımıza geliş nedeninin bizim seçimlerimiz ve düşünce kalıplarımızdan kaynaklandığının farkına varacağız. Gereken şeyi öğrendikten sonra bundan sonraki istek ve seçimlerimizde daha dikkatli olacağız.
Hak edip etmeme kavramı üzerinde çalışmaya başladığımda en çok zorlandığım şeyin sahip olduğum inanç sisteminde bu kavramın bende oluşturduğu korku olduğunu anladım. Geleneksel öğretilmiş inanç sisteminde şekilcilik ön planda olduğu ve şekilci katı kurallarla insanlar sınırlandırıldığı için hak etme kavramının anlamını değiştirmede oldukça zorlandım. Çocukluğumdan bu tarafa bu kavramla iç içe büyümüştüm.
Diğer tarafta aklım diyordu ki, biz dünyaya yüce yaratıcı tarafından getirildi. Yüce yaratıcı bizi dünyaya gönderirken aynı zamanda bizim ihtiyacımız olan rızkıda göndermişti ve bu sınırsızdı. Ve dünyada yaratıcının koruyuculuğu ve kollayıcılığı altındaydık. Dünyada ki her şey onundu ve o dünyada canlılara gönderdiği nimetleri bir akış içerisinde isteyen herkese ulaşıyordu. Az isteyene az, çok isteyene çok. Yapılması gerekeni Kuran’ da söylemişti. Sahip olduklarımız için şükretmek. Bundan sonra yine Allah’tan istekte bulunmak. Bu kadar açıktı.
Allah rızkını dünyada insanlar, diğer canılar ve doğa olayları vasıtasıyla bir döngüde dağıtıyordu. Bir akış vardı. Benim isteklerim karşılığında Allahın gönderdikleri için birileri aracı olurken, bende başkasının ihtiyacı için aracı durumdaydım. Diğer tüm canlılar içinde bu böyleydi. Bizim kendi yarattığımız düşündüğümüz şeyler dahi yaratıcının izni ile gerçekleşiyordu. Bu konuda karar verici yaratıcıydı.
Bizim yapmamız gereken ise sahip olduklarımız için şükretmek ve akışa izin vermekti. Aslında hepimizin sahip olduğu ama yanlış yerlere odaklandığımız için farkına varamadığımız sevgi duygusunu kullanarak akışa kolayca izin verebilirdik. Yaratıcı bizi yaratırken içimize en büyük güç olan sevgiyi yerleştirmişti. Yapmamız gereken sevgiyi yaratıcının bize verdiği diğer güçle akılla birleştirip kullanmakta yatıyordu.
Aklımızı ve sevgiyi kullanarak akışın hacmini artırmak ya da azaltma imkânına sahip olabilmekteyiz. Önce akış sözcüğünü biraz açmak istiyorum. Akış yaratıcının nimetlerinin yeryüzündeki döngüsüdür. Parada bu döngüde kullandığımız isteklerimizi elde etmemize yarayan en esnek aracımız. Biz istiyoruz yaratıcı bize parayı gönderiyor ve biz istediklerimizi alıyoruz. Biz istediklerimizi alırken aynı zamanda parayı başkasına onun isteğinin karşılığı olarak aktarıyoruz. Yani birileri akışta bize aracı olurken bizde başkasına aracı oluyoruz.
Bizim akışta taşıyabileceğimiz miktar bizim düşünce yapımızın sınırları kadar. Biz ne kadarını taşıyabileceğimizi düşünürsek o kadarı bize gelecektir. Aynı zamanda bizim sahip olduğumuz haram para, kötü para ya da hak edilmemiş para gibi sınırlayıcı düşünceler bize gelen akışı engellememize neden olacaktır. Daha fazlasını elde etmek için bu sefer farklı yöntemlere başvurup yeni düşünce kalıplarına tutunmaya başlıyoruz. Çok para elde etmek için çok çalışmak lazım vb. düşüncelerle yeni bir kısır döngünün içine giriyoruz. Sonuçta bu döngü içerisinde hiçbir zaman yeterli paraya sahip olamıyoruz.
Aslında yukarıda yazıp anlattığım her şey beynimizde yarattığımız dünyada olan şeyler. Düşüncelerimizle gerçekliğimizi yaratıyoruz. Kendimizi olmayan prangalarla ayaklarımızla bağlıyoruz. Bolluk ve bereketi elde etmek yukarıda bahsettiğim iki öğeyi kullanabilmekten geçiyor. Akıl ve sevgi. Nasıl mı?
Yapmanız gereken şey düşünce şeklimizi yeniden tanımlamak. Size gelen para sizin seçimleriniz ve isteğiniz sonucunda yaratıcı tarafından gönderiliyor. O zaman yaratıcının hediyesinin karşılığı Kuran’ da belirttiği şeyi yapacağız. Şükredeceğiz. Yaratıcının hediyesini sevgiyle kabul etmek yaratıcıya şükretmektir. Akışın bize gelmesine izin verdik. Bir sonraki adım verme aşaması. Bizden çıkış aşaması. Aslında biz kendi istediklerimizi elde etmek için yaratıcının bize gönderdiği parayı veriyoruz. Alan el konumundan yaratıcının veren eli konumuna geçtik. Biz yaratıcının olan bir şeyi veriyoruz. Gerçek anlamda bize ait olmayan ve eninde sonunda bırakmamız gereken bir şeyi bırakmak. Yapmamız gereken bize gelirken sevgiyle kabul ettiğimiz gibi verirken de sevgiyle vermemiz.
Akışa ne kadar yardımcı olursak çok fazla nimeti deneyimleme imkânına sahip olabilirken ne kadar çok direnç gösterirsek bize gelecek nimet miktarı azalacaktır. Ne yazık ki egomuzun sahip olduğu olumsuz düşünce kalıpları nedeniyle alırken sevgiyle almamız gereken şeyleri Kuran’da yazılı olan ayeti dahi unutup bize gelen nimetleri haram para, kötü para ya da hak edilememiş para olarak etiketleyip reddediyoruz.
“De ki: “Gördünüz mü, Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmını haram, bir kısmını helâl yaptınız” De ki: “Allah mı size böyle izin verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” (Yûnus: 51/59)
Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez. (5 maide 87)
Yüce yaratıcının bize gönderdiği rızka direnç göstermemiz yeni nimetlerin bize gelmesini engelleyecektir. Çünkü hem istiyoruz hem kabul etmiyoruz. Ne istediğini bilmeyen bir durumda olduğumuz için akışın bize gelen kanalı daralacaktır. Aynı şekilde verirken de aynı düşüncede olmamız bizden çıkış kanalını daraltmamız kapasitemizin üzerinde rızk taşıma gücümüz olmadığı için bize gelen akışı da durduracaktır.
Aslında olay basit alırken de verirken de dengeyi sağlayıp sevgiyle alıp sevgiyle verme durumunda olmamız bolluk ve bereketin bize akmasını sağlayacak en önemli anahtardır. Çünkü akış döngüsünde almak ve vermek arasındaki denge kurmak önemli bir durum.
Bir havuzumuz var ve biz o havuzumuzun suyla dolu ve suyunun temiz olmasını istiyoruz. Bunun için sürekli akan bir suya ve döngüye ihtiyacımız var. Havuzun çıkışında bulunan kanaldan çıkan sudan daha fazla basınçta su havuzun girişinde olduğu sürece havuzdan boşalan su miktarı kadar su havuza dolmaya devam edecek ve havuzun içindeki su istediğimiz gibi olacaktır. Ancak giriş kanalındaki su miktarı kısılırsa çıkış miktarındaki suyun girişte bulunan su debisinden daha fazla olması havuzdaki su miktarını azaltacaktır. Aynı şekilde çıkış kanalını kapatmak havuza daha az suyun girmesine neden olacağı için havuzun içindeki suyun taze ve temiz olmasını engelleyecek ve yine istediğimiz gibi olmayacaktır.
Akışta kalmayı da buna benzer olay olarak düşünebiliriz. Yani alma ve vermede dengeyi sağlamak. Yaşantımızda bize istediklerimizi elde etmemizi sağlar. Aldığımızı sevgiyle alıp verdiğimizi sevgiyle verebilmek için alma ve verme dengesini çok iyi kurmamız gerekmektedir. Akışı hızlandıracağım deyip havuzdaki suyun giriş kapasitesinin üstünde bir kapasiteyle boşaltılması gibi sahip olduklarımızı dağıtmamız olayın özünden uzaklaşmamıza ve yokluk bilinci boyutu içinde sıkışmamıza neden olacaktır.
Ne kadar çok sevgiyle alırsan o kadar çok sevgiyle verme imkânına sahip olacaksın. Akış yolu açıkken ne kadar çok sevgiyle verirsen akış hızı ona bağlı olarak artacaktır. Ancak sana akış yolları kapalıyken çok fazla vermeye kalkmak bize olumsuz bir dönüşe neden olacaktır.
Akışı bir diğer engelleme yolu ise ısrarla tek kanaldan gelmesini beklemektir. Siz ihtiyacınız olduğunu düşündüğünüz bir şey için yaratıcıya istek gönderdiniz. Temiz bir kalple bunu yapmak istediğinizin elde etmesi için yeterli. Ama biz insanoğlu işi abartarak isteklerimizin etrafına eklentiler yaparak yaratıcının işine karışmaya başlıyoruz. Bana gelecek para, ev ya da herhangi bir şey illa şu yoldan ve şu şekilde gelecek ya da bir ilişkide illa şu adam ya da kadın olacak. Hak etme hak etmeme duygusu ön plana çıkıyor. Sen bu evi, arabayı, kişiyi hak etmiyorsun. İşin özünden uzaklaşarak şekilsellik yönünü ön plana çıkarmaya başladık.
Daha baştan bize gelecek akış kanallarının büyük kısmına karşı algımızı kapattık. Sadece bir kanala odaklandık. Kendi sınırımızın dışına çıktık. Yaratıcının işine karışmaya başladık. Sonuçta da ne yazık ki hüsranla karşılaşıyoruz.
Yapmamız gereken isterken şekilsellikten çıkıp hislerimize göre hayırlısını istemek. İstediğimiz şeyler için duygularımıza güvenmek.
Halis Şahiner
Sosyolog
Yazar
Kontrol Sende Kitabım için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız
Bilinçli Yaratma Sanatı Kitabım İçin lütfen aşağıdaki linke tıklayınız
"hiçbir suç cezasız kalmaz"inancı gerchekden dogru,buna shubhe edemeyiz,Kunanda da böyle bir anlam zaten var.Mesela,adamin biri annesine kotu davranir ve ya hirsizliq yaparsa,kendisi bunun dogru olduguna inansa dahi,Allah onun cezasini mutlaqa verecek,bu Ilahi edalet.
Merhaba ;
Yıllardır meditasyon,çekim yasası vb konular ile iç içeyim ve Kur'an ı Kerim'in Türkçe mealini defalarca hatim ettim. Fakat şunu gördüm ve yaşadım ki ,bilinçaltını temizlemeniz,hipnoz ,regresyon ,affetme ,nefes çalışmaları hepsi bir yere kadar ne önünüze geliyorsa onu yaşıyorsunuz akışına bırakın ve takmayın çünkü insan ister istemez beklenti içine giriyor ben şunu yaptım böyle olacak ben şöyle düşünüyorum böyle olacak en saf haliniz ile ve olmadığında müthiş bir hayalkırıklığı…Kısaca şükredin Allah'a ve akışa bırakın …çekim yasası…affetme…meditasyon…yıllarca yaptım ama maalesef yıllar sonra görüyorum ki sonuç fosss
Sevgiyle
Mrb,yazilariniz guzel ve emek kokuyor,bu tur yazilari okumasini cok seviyorum yalniz uygulayamiyorum.sebebi nedir?
Değişimi gerçek anlamda istemiyorsunuzdur. Veya değişim sonucunda elde edeceğiniz şeylere kendiniz layık görmüyorsunuzdur. Gizli kendini sabote etme vardır.
Eğer Sayın Sevim Akyüz 23 MART 2015 tarihindeki yorumundan sonra gerçekten de AKIŞINA BIRAKTIYSA Yani teslim olduysa (Ki bu kendi deneyimi ile anlaşılabilir)zaten bahsettiği gibi muhtemelen hiç bir şeye gerek kalmamıştır.Aydınlanma gerçekleşmiştir.Halis beyin tespiti çok doğru biz kendi kendimizi sabote ediyoruz.Daha doğrusu zihnin hakimiyetinden kurtulamadığımızdan ve çözümleri de bu gürültülü zihin kanalıyla bulmaya çalışmamızdan,amaç edinmemizden,hedef tutmamızdan,kendimiz bulmayı,olmayı,olgunlaşmayı,aydınlanmayı amaç edindiğimizden olsa gerek tüm sorun.Beyler ÖZTÜRK