Ego nedir?
Ego kelimesi latin alfabesinden gelir ve çoğumuzun da bildiği gibi ben, kendim anlamına gelir.
Egonun ne olduğunu daha iyi anlayabilmek için kendimizi 2 kişi olarak düşünelim; ego ve biz.
Örneğin; önemli bir karar almak üzereyken içimizden gelen bir sese kulak veririz ‘bence yapamazsın ‘ ‘bu konuda tecrübende yok başaramazsın’gibi genelde olumsuzluk ifade eden bu cümleler bizi düşündürür, ardından ego kafa karıştırıp susar ve biz başlarız konuşmaya ‘aslında bu kararı almak doğru mu?”zaten bu konuda kendime çok güvenmiyorum’.
Peki bunun nedeni nedir?
Ego içimizde şeytan yada bizim ayağımızı kaydırmaya çalışan bir düşman mıdır?
Hayır ikisi de değildir: ego sadece geçmiş yaşantımızda bilinçaltına yerleştirdiğimiz tüm bilgileri, başarısızlıkları, acıları, izlenimleri bir bilgisayar görevi görerek işler ve bunu bize sürekli hatırlatır.
Burda asıl önemli nokta egoyu susturabilmektir çünkü; egonun susmadığı anda biz kaybolmaya, karanlığa hapsolmaya başlarız ve ego ön plana çıkarak bizi yönetmeye başlar, benliğimizi kaybetmiş, kişilik karmaşasında buluruz kendimizi.
Egoyu nasıl mı yenebiliriz?
Ego konuşuyor ama ben dinlemiyorum gibi bir düşünceye sahipseniz bu yanlış tır,çünkü ego he rzaman konuşur 24 saat boyunca, biz egoyu ikna edene dek konuşacaktır.
Aykut oğut un ‘evrenden torpilim var ‘ adlı kitabında yer verdiği egoyla konuşma egzersizi ego yla başa çıkmak için bence iyi bir yöntem.
Aykut oğut kitabında egoyla konuşma egzersizine şu sözlerle yer veriyor:
“ Bak bir tanem sen uzun yıllar önce olmuş bir olayın etkisi altındasın. Şuan benim hissettiğim güvensizlik tamamen senin duygularına kendimi kaptırdığım için ortaya çıktı. Ben artık çok farklı bir insanım Kendime güvenmek için elimde o kadar çok sebep var ki . Seni çok iyi anlıyorum ve sana hak da veriyorum. O zamanlar olanlar bizim suçumuz değildi. Ben artık farklı bir gerçeklik yaşıyorum. Ben kendime güveniyorum. Gel sende bana katıl inan bana üzülmene hiç gerek yok ben çok daha huzurlu bir hayat yaşıyorum. Seni seviyorum ve bu sefer benim geldiğim yoldan geleceksin ben seni takip etmeyeceğim”
24 saat konuşan egonuza sadece bir yarım saat ayırmak size çok şey kazandıracaktır. Egzersizi egonuzun konuştuğu anı yakalayarak, deneyin faydasını göreceksiniz.
Yoksa sizde çevrenizde gördüğünüz egosuna hapsolmuş başarısızlıklarla dolu bir hayat yaşamış ve egosunu tatmin etmek için başarıyı başarısızlıklar için de arayan, hep geçmişte yaşayan, herzaman başkasında hata bulan özeleştiri yapamayan, küçük şeyleri büyük başarıymış gibi abartarak anlatan insanlardan mı olmak istersiniz?
Yok bence hiç düşünmeyin derim öyle birini yakından tanıdım, tüm hayatınız boyunca zarar vermekten, egoistçe davranmaktan başka yaptığınız gerçekçi bir icraat olmuyor sadece yapamadıklarınızı yapmış gibi konuşuyorsunuz(çünkü ego tatmin olmak istiyor)
Aktör, seslendirme sanatçısı ve yaşam koçu Aykut Oğut’un yeni kitabı Dharma Yayınları’ndan bu hafta çıkıyor. İlk baskısı alışılmışın dışında tam 100 bin adet yapılan kitabın kapağı bir ayna. Kırılmayan bu özel aynayı yaptırabilmek ve kitaplara tek tek elle yapıştırmak için çok emek harcamışlar ama bu çılgın projeyi yayınevinin sahibi Namık Atalay ile birlikte hayata geçirmeyi başarmışlar. ‘Evrenden Torpilim Var’ isimli ilk kitabıyla satış rekorları kıran Oğut, ikinci kitabının kapağını ayna yaparken somut bir mesaj veriyor; ‘Ey okur tüm ‘kaynak’, tüm ‘sır’ sende!’ Hayatın size getirdiklerinden memnun değilseniz, şikayet etmeden önce yapılacak başka şeyler de var, bunu hatırlatıyor bize Aykut Oğut. Dili oyunbaz; kendi yaşadıklarından yola çıkarak yazdığı için samimi ve birçok kişisel gelişimciden farklı olarak üstten bir bakış açısı yok. Birkaç yıldır günlük konuşmamıza dahi giren ‘çekim gücü’ yani ‘sen ne istersen, evren sana onu verir’ ana fikrini savunan ama bunu Türklere özel bir yöntemle yapan Aykut Oğut’tan evrenin sırlarını öğrendim, buyurun…
- Sadece kapaktaki ayna değil, kitabın adının olmaması da enteresan; bunu neden yaptınız?
Toplum olarak başkalarının doğrularını hiç sorgulamadan sırtımıza geçirip farkında olmadan onlarla yaşıyoruz. Sorgulama alışkanlığımız yok. Bunu değiştirmenin bir yolu olmalıydı. Mesajın iyice anlaşılması için kitabın adını bile ben dikte etmeyeyim dedim. İradenle karar vermiş, parasını ödeyip almışsın, artık bu senin kitabın, isminin ne olmasını istiyorsan o olsun.
BEN OLSAM ‘BEN’ DERDİM ADINA
- Peki, siz bir okur olarak bu kitabı alsanız, sizin kitabınızın adı ne olurdu?
Hiç düşünmedim… Kimseyi yönlendirmek istemem ama benimki yıllar önce yazdığım senaryomun adı olabilir. ‘I Am’, muhtemelen ‘Ben’ derdim kitabıma.
- İlk kitabınız ‘Evrenden Torpilim Var’ın devamı mı bu kitap? Bunu anlamak için ilkini okumak zorunda mıyız?
Devam kitabı değil ama bağlantılar ve göndermeler var. Elbette okunduysa bu kitap daha rahat bir yere oturacaktır ama okunmadıysa da sorun yok.
- Aynı zamanda yaşam koçu olarak çalışıyorsunuz. Biraz önce sorgulamama gibi alışkanlıklarımızdan söz ettiniz; danışanlarınızda karşılaştığınız, aşması en zor kalıp hangisi?
İnsanların ‘ben’ demesi çok zor. Zaten o yüzden bu kitap çıktı. Ama bunu aşılması zor bir duvar gibi görmüyorum, insanlara ben diyebilmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu anlattığımda rüyadan uyanmış gibi hemen yapışıyorlar. Ben demenin, bencil olabilmenin tadı o kadar güzel ki… Tam tersi öğretilir bize; niye? Çünkü herkes kendi çıkarını düşünür ve sen bencil olursan, ben senden alamam; o zaman benim başım derttedir.
- Kitapta danışanlarınızla yaptığınız çalışmalardan örnekler de var; bize de bir örnek verir misiniz?
Bir kadın danışanım geldi, ilk seans; nasıl üzgün, ifade etmem çok güç. Olan bir olaydan değil, hayata üzgün; yüzüne yansımış… Bir insan sebepsiz yere bu kadar üzgünse, üzüntüsünden vazgeçmiyor ve hala bu üzüntüyü yaşıyorsa bundan keyif alıyor demektir çünkü kimse bu kadar üzüntüyü kaldıramaz. Direkt ‘Bu halinden ne keyif alıyorsun?’ diye sordum. ‘Olur mu canım öyle şey?’ dedi. Uzun bir seans yaptık, ertesi hafta bambaşka bir kadın geldi.
EVRENİN İŞİNİ KOLAYLAŞTIRIN
- Bunun ona hayatında faydası ne oldu? Ben demek ve üzgün olmamak hangi kapıları açıyor?
Biz hayata biraz daha olumlu ve ‘ben’ odaklı bakmaya başladığımızda evrenin işi kolaylaşıyor. Öbür türlü, üzgünsün ama bir yandan da mutlu bir hayat istiyorsun. Karmaşık mesajlar gönderiyor ve işi çıkmaza sokuyorsun. Evren fotokopi makinesidir, sen neysen sana, onu çoğaltır.
- Ne istersek, evren bize onu veriyor… Diyelim ki Ahmet Bey, X firmasında şef olmak istiyor ama onunla aynı işi bir kişi daha istiyor. Evrenin işi zor değil mi; o iki kişi arasından kimi seçecek?
Evrenin kısıtlı olduğuna inanırsak o zaman sorunuz doğru olur. Evet, bir tane şeflik pozisyonu var ve Ahmet Bey, ‘Ayşe’nin torpili var’ dediği an, kendi siparişinden vazgeçmiş oluyor. Halbuki ikisi birden tam gaz istemeye devam etse, kabul ediyorum X şirketinde bir pozisyon var ama Y şirketinde de bir tane pozisyon var. Belki, biri de oraya gidecek. Bununla ilgili en güzel soruyu bana bir öğrencim sordu. Kendisi Dünya Karate Şampiyonu olmuş, 18 yaşında bir genç. ‘Söylediklerinizi anlıyorum ama bir tane dünya karate şampiyonu var, onu nasıl yapacağım?’ dedi. Ve maçtan önce konuşuyoruz bunları… ‘Bak’ dedim, ‘Finale kalmış iki karateci var, belli ki ikisi de tam gaz o kupayı ısmarlıyor. Maça çıktın, dövüşüyorsunuz. Adam, bir anda çok güzel bir hareket yaptı ve bir anda ‘vay, bu adam benden iyi galiba’ diye geçti içinden ve kaybettin!’ Odak kaybı… Taraflardan birinin odağı mutlaka kayacak; ya yoruldum diyecek, ya seyircileri duyacak, ya hakeme takılacak. Yoksa sonsuza kadar sürer o maç.
Niye olmayacağını açıklamaya çalışmayı bırakın!
- Size en çok hangi sorunlarla geliyorlar?
Para, ilişki, kariyer bir de özgüven var ama o genelde daha her yere yayılmış olabiliyor.
- Mesela ilk sırada olan para sorunu; bir milyon dolarım olsun diye yazdırıp ona mı baktırıyorsunuz?
O buz dağının tepesi, yani sen onu istediğin kadar yap bir yandan da diyorsan ki ‘Ya kardeşim ben bankada memureyim, yöneticiyim, 5 bin lira gelirim var, yüzde 500 zam mı alacağım?’ Hop, odağı hemen başkasının kurduğu sisteme çevirdin. Başkalarının gerçekliğini satın aldın. O artık senin inanç sistemin oldu. Halbuki sen onun yerine ‘Ben 10 bin lira kazanabilirim’ demelisin. Belki bankadan kovulacaksın çünkü 10 binlik iş geliyor sana… Ama özellikle Türkiye’de insanlar sürekli niye olamayacağını açıklamaya bayılıyor. Bütün odak orada, o yüzden sen ister bir milyon doların resmini karşına koy, ister git kuantum duşu al…
Hayat bir sınav değildir
- Siz her şeyi çözdünüz mü; yani evrenin sırlarını?
Yok, onu söyleyen varsa zaten sopayla kovalayın. Eğer evren, kainat, hayat, gelişip duran bir şey olmasaydı evet erebilirdim. Diyelim ki bugün, şu saat itibariyle erdim. Evren ile ilgili her şeyi biliyorum. Bir saat sonra kainat genişledi… Bir saat önce ermiştim ama şimdi bir hiçim. Çünkü erdiğim bütün bilgiler 20 Nisan 2011, saat 14.30’a kadar geçerliydi. Yepyeni gelişmeler oldu şimdi. O yüzden her dakika tekrar tekrar erebilirsiniz ama sanırım biz o zaman size deli deriz…
- Yaşam koçu olabilmek için bir miktar ermek gerekmez mi? Yani benim bir defom, baş edemediğim bir sorunum var ki koçtan akıl almaya geliyorum, koçumun da bu sorunları çözmüş olması gerek diye düşünüyorum…
Yaşam koçu, asla akıl vermez. Yaşam koçu olabilmek için bir miktar ermek değil, anlattıklarını uygulamış olabilmek gerek. O kadar.
- Siz o sınavlardan başarıyla geçtiğiniz için mi bunları anlatıyorsunuz insanlara?
Hayır, günün birinde anladım ki meğer o yaşadıklarımın hiçbirine gerek yokmuş. Zannettim ki hayat zor olmak zorunda ve ben mücadele etmeliyim. Bir gün durdum etrafımda iyi durumda olan insanlara bakıp dedim ki ‘Bütün zorlukları ben çektim. Bunlar, bana olmalıydı.’ Bir yerde yanlış yapıyordum ve onun ne olduğunu işte bu size anlattıklarım sayesinde buldum.
Egoyu anlamadan olmaz
- Dünyada çok satan ve meşhur olan Rhonda Byrne’in ‘Secret-Sır’ından ne farkı var sizin yönteminizin? O da ‘isteyin, evren size verir’ diyordu…
Çekim yasasını, yer çekimi gibi düşünün; bilim dünyasında yer çekimini anlatan binlerce kitap vardır. Fark derseniz, bizim sistemimizde ego, çok detaylı çünkü egoyu tam anlamadan ya da yanlış anladıktan sonra yola çıkarsanız, işiniz 50 kat zorlaşıyor.
- Egoyu anlatın o zaman bize, nedir ego?
Ego, hayatla ilgili aldığımız kararları bize geri hatırlatan mekanizmadır. ‘Egomu küçültüyorum, yok ediyorum’ diyerek, hayatla ilgili aldığım bütün kararları unutmak istiyorum diyorsun. Herkese soruyorum; ‘Bana bir tane egosuz kişi gösterin!’ Genelde çok tanınmış gurulardan örnek veriliyor. Basit bir test öneriyorum; getirin o egosuz amcalardan birini, bir hafta İstanbul’da benimle yaşasın. Ben onu bir Sirkeci’ye sokayım, gece bir Tophane’de yalnız bırakıvereyim, bir hafta sonra bakalım egosu var mı, yok mu?
- Sır ne?
En büyük sır bizim çok güçlü olduğumuz, bu sır bizden yüzyıllar boyunca saklandı. Sen, istediğini yaratabilirsin.
- Kendimi ‘ben muhteşemim, yetenekliyim, hayat çok güzel, çok iyiyim’ diye motive ettim, egomu güzelce cilalayıp sokağa çıktım, daha henüz taksi beklerken bir otomobil yanımdan hızla geçip üzerimi çamura buladı… O çamuru ben çağırmadım bir, ikincisi enerjim düştü, şimdi ne olacak?
Pozitif hal öyle bir şey ki, gerçekten dediğin halde olduğunda, o araba sana değil bir arkadakine sıçratıyor çamuru. Ama gerçekten öyle olmaktan bahsediyorum. Bir de unutmayın ki, bu üç-beş günde değişecek bir şey değil, kolay değil 30 senelik alışkanlığı yıkmaya çalışmak. O ruh halinin senin bir alışkanlığın haline dönmesi gerekir. Bisiklete binmek gibi, pratik gerektiren bir iş. O yüzden bir sistem var; sana dokunuyorum ve her şeyi iyileştiriyorum, sen de iyileştin diyenlerden uzak durmak lazım.
Kurban gibi yaşamayı seçmeyin
- Hadi, bize hayatımızı değiştirecek bir öğüt verin.
Şu anda haline çok üzülen, kızan, sinirlenen, hanımlar-beyler bilsinler ki bu cümleleri söyleyen adam, annesini-babasını kaybetti; bir gözünü kaybetti; parasızlıktan sokaklarda yaşamaya başladı; hayatta hiçbir şeyi kalmadı… Ben becerdiysem, onlar da becerebilir. Birçoğu, ‘ama neden diyecektir’… Çünkü kurban gibi yaşamak bile bir sipariş, arkasında aldıkları bir zevk var. Ondan vazgeçmedikçe hayatları zaten değişmeyecek! Size verebileceğim en basit tavsiye şükür etmek. Şükür o kadar etkili ki!
- Peki, ama bizim dışımızda olan-biten; hastalık gibi konularla nasıl mücadele edeceğiz? Yine mi şükür?
Öncelikle, o olanların bile bizim dışımızda olmadığını anlayarak. Bizim dışımızda hiçbir şey olmuyor, bizim dışımızda bir evren düzeni yok. O zaman, cidden, benim söylediklerim deli saçması olurdu. Hastalık da bire bir bireyin kendi yaratması…
- Kimse isteyerek hastalanmaz!
Kesinlikle, kitapta gözümü nasıl kaybettiğimi anlattım. Benimki dışarıdan bir etkiydi ama hastalık için de aynı şey geçerli, odağınız öyle bir yerdedir ki artık ne şekilde getirebiliyorsa evren o şekilde getirir. Bir gün, bir öğrencim geldi, yağmurdan sırılsıklam olmuş. Yanımda durdu ve ‘Bunu da mı ben çektim?’ dedi. Toplum içinde yaşıyoruz, yağmuru kim çekti o gün bilemem; belki ben çektim, belki çiftçiler, belki işe gitmek istemeyen memurlar. Ama çekilmiş şeyin parçası olmayı sen seçtin.
- Diyelim ki hastalığı çektik, olan oldu, kurtulmak için neyi çekmeliyiz?
Madem biz mükemmel bir gücün ürünleriyiz, bu bizi de mükemmel yapar. Ruhsal olarak yapmasa bile fiziksel olarak yapar. Tek yapılması gereken yoldan çekilmek. O da nedir? Sürekli hastalığa odaklanma!
Kapılmış bütün iyi erkekler eskiden kalastı!
- Modern zamanlar, kariyer kadınları ve yalnızlık… Sanırım bu konu sizin danışanlarınızın da temel sorunlardan biri. ‘Bütün iyi erkekler kapılmış’ diyen kadınlar için tavsiyeniz nedir?
Siparişi öyle verirseniz evren de ‘hepsini başkalarına verdiğim için sana bir şey veremeyeceğim’ der! İkinci kaçırdıkları nokta bütün o kapılmış iyi erkeklerin hepsi başta kalastı. Falanca ilişkiyle bir adım ilerlediler, filanca kadınla bir adım daha ileri gittiler ve sonunda iyi bir adam halini aldılar. Öğrencilerime nasıl bir erkek istiyorsun diyorum. Sayfalar dolusu yazıyorlar; zeki, anlayışlı, kariyerli, paralı, yakışıklı, yaz Allah yaz! Herkes kendine kurtarıcı arıyor. Her şeyden önce, senin enerjine uygun bir adam gelecek; o un, sen maya, birlikte başlayacaksınız yoğrulmaya. Yoğrula yoğrula pişip güzel bir ekmek halini alacaksınız. Ama istiyor ki beyaz atlı prensim gelsin! Gelsin de, bakalım prens sana bakacak mı?
- O zaman evlenmeye değil, enerjileri uygun birine odaklanmaları gerekiyor, iyi bir yol arkadaşına…
Evet, keyif alacağı, huzurlu, birlikte olmaktan son derece mutlu olabileceği biri… Altın kural şu: Muhtaç olduğumuz hiçbir şeyi elde edemeyiz! Çünkü ‘muhtaç olma’ hali içinde elde edememe korkusu barındırır, o da bir sipariştir. Yani bir şeye muhtaçsan bir siparişin diyor ki istiyorum, diğeri diyor ki elde edememekten korkuyorum. Evren ikisini de yapıyor!
- Yaşamak için, ev kirası, çoluk, çocuk için paraya muhtacız çoğumuz…
Benim de paraya ihtiyacım var. Muhtaç olmama durumunu en kötü senaryoyu okeyleyerek ayarlayabilirsiniz. En kötü ne olur? Çocuğunuzun okul taksitini ödeyemezsiniz; peki, devlet okuluna gider. Kira ödeyemezsiniz, daha az kira ödeyeceğiniz bir ev mutlaka vardır…
- Başımıza gelen kötü şeylerin hiçbiri hayatın sonu değil…
Hiçbiri! Öyle görmeye başladığınız zaman muhtaç olma durumu ortadan kalkıyor ve kanallar başlıyor çalışmaya ve o zaman neye ihtiyacınız varsa o geliyor.
Yazara göre, hepimizin çocukluğumuzdan gelen, ailemiz ve yakın çevremizin dayatmaları sonucu beynimizde yer etmiş olan, “ego” diye adlandırdığımız birtakım gizli düşüncelerimiz var. Hayat boyu, isteklerimizin gerçekleşmesinin önündeki en büyük engeli de işte bu gizli düşünceler oluşturuyor. “Gemi”nin asıl kontrolü onlarda yani. İş bulmak zordur, iyi bir ilişkiyi yürütmek imkansızdır, para kazanmak zordur, ben çok akıllı değilim, ben çirkinim, ben beceremem, acı çekmek hayatın bir parçasıdır, beni kimse sevmiyor, fazla mal haramdır, ben hak etmiyorum, o doğuştan şanslı ama ben de şans nerde… gibi. Oysa bu düşünceleri değiştirmek her zaman elimizde.
Evrene negatif sinyaller gönderen kişiler, farkında olmadan bilinçaltlarında oluşturdukları bu düşüncelere uygun yaşamlar sürmek durumunda kalıyorlar. Olumlu düşünmekte başka, istemeyi bilmek de önemli. Hayattan hiçbirşey istemez ve beklemezsek, bize geri dönen hiçbirşey de olmuyor sonuçta. Çünkü evren, yaydığımız enerjiyi okuyarak bizi tam da enerjimize uygun ortamlara sokacaktır. Yoksa başımıza gelen olumsuzluklar, karşılaştığımız yanlış insanlar, yaydığımız negatif enerjinin ürünleri mi? Herşey bu kadar basit mi? Katılır ya da katılmazsınız, sizce doğrudur ya da yanlıştır bilemem ama kitap, okuyucunun kendisini bu anlamda ciddi ciddi sorgulamasına yol açıyor.
Zamanda geri dönüp, bugüne değin yaşadıklarınıza göz atıyor; kendinizle ilgili birtakım şaşırtıcı saptamalar yapmaya başlıyorsunuz: Yahu, şu işe girememiştim ama girseydim de gidip gelmek zor olacaktı, yolu çok uzaktı, içimde huzursuzluk vardı alırlarsa ne yaparım diye. Nişanlım da beni terketmişti ama zaten benim de onunla ilgili şüphelerim vardı. Birbirimize uygun değildik, evlenseydik mutlu olamayacaktık aslında… gibi. Acaba gönülden istemedik miydi bunları; korkularımız, şüphelerimiz vardı da negatif sinyaller mi gönderdik evrene, farkında olmadan? İster istemez bu şekilde düşünmeye başlıyorsunuz.
Aykut Oğut, kitabı kendi yaşadıklarından yola çıkarak yazmış tabii ki. Hayat hikayesine şöyle bir göz atarsak: 1971 İstanbul doğumlu. Babasını üç aylıkken kaybediyor. Mimar ya da elektronik mühendisi olma hayalini gerçekleştiremiyor. Ardından konservatuvarın tiyatro bölümünde okumak için girdiği sınavı da 150 kilo olduğu için kaybediyor. 30 kilo verdikten sonra tekrar deniyor ve bu kez Ankara Üniversitesi Oyunculuk Bölümü’ne girmeyi başarıyor. Öğrenciliği boyunca seslendirme yapıyor, dizilerde oynuyor. Okulu ancak 7 yılda bitirebiliyor.
Annesinin ölümü üzerine Türkiye’deki rahat hayatını bırakıp ani bir kararla Amerika’ya yerleşiyor. Cebinde hiç parası olmadığı ve İngilizce bilmediği halde! Florida’da bir benzin istasyonunun tuvaletlerini temizlemek üzere işe başlıyor! Amerika’da başına bin türlü olumsuz şey geliyor. Bavulunu kaybediyor; mısır gevreğine bira döküp yiyerek hayatta kalıyor; dayak yiyor, dayaktan sonra girdiği komadan bir gözünü kaybetmiş olarak çıkıp tekrar parklara dönüyor. Hapse düşüyor, orada annesinden sonra çok sevdiği üvey babasını da kaybettiğini öğreniyor.
Bir de sonrası var ama… Şakır şakır İngilizce konuşmaya başlıyor. Seslendirme yönetmenliği yapıyor, Amerika’daki filmlerde başrol oynuyor, Hz. İsa’yı canlandırıyor, ödül alıyor, 70 kilo verip filinta gibi oluyor, yepyeni ve mutlu bir hayat kuruyor. Özel hayatı da kötü giden; bütün ilişkilerinde aldatılan, kadınlara hiç güvenmeyen, gel-geç ilişkilerle yaşayan biri iken, nihayet istediği gibi, sevdiği ve güvendiği bir kadınla mutlu bir evlilik yapıyor. Hayatı, sihirli bir değnek değmiş gibi tamamen değişiyor. Bütün bunları, negatif enerjiden pozitife geçmekle sağladığına inanıyor.
“Hayatın tek amacı deneyimlemek ve keyif almaktır” diyor yazar. “Hadi canım, bu kadar da basit olamaz” diyenlerin kitabı okumalarında yarar var. Ya farklı bir bakış açısı edinir ya da en azından hoşça zaman geçirirler.
Kontrol Sende Kitabım için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız
Bilinçli Yaratma Sanatı Kitabım İçin lütfen aşağıdaki linke tıklayınız