Hayatımızdaki renklerin anlamlarını anlatmak istiyorum bu yazıda. Öncelikle renklerin hayatımıza etkisini inceleyelim. Okumalarım ve araştırmalarım sonucunda vardığım nokta şu; Ruhunuz hangi rengi seviyorsa onu seçin.
Bana göre bu dünyada ne kadar insan çeşidi varsa o kadar da algı çeşidi var. Bizler hem aynıyız; hem de farklıyız. Bir tarafımız kaynağımız, özümüz aynı, bir tarafımız tümüyle birbirinden ayrı. Hem herkes gibiyiz; hem özeliz. Hem de tekiz. Buna bağlı olarak hangi rengin size nasıl hissettirdiği tümüyle size bağlıdır. Kısaca renklerin doğasına bir göz atacak olursak;
Kırmızı: Bedene ve duygulara enerji veren bir renktir. Hayatı temsil eder. Kırmızıya daha hızlı tepki veririz. Kırmızı nesneler diğerlerinden daha büyük görünür. Bununla birlikte kıpkırmızı bir mutfak belki arkanıza bakmadan kaçmanıza sebep olabilir.
Mavi: Renkler arasında en sakinleştirici olanıdır. Kışkırtıcı özelliğine nadiren rastlanır. İçe dönüşü kolaylaştıran ruhsal bir renktir. Fazlası uykunuzu da getirebilir.
Sarı: Düşünsel bir renktir. Sarı ve beyaz renkler mutfaklarda harikalar yaratır. Sarı aynı zamanda konuşmaya yönelik aktif bir renktir. Sarı tonlu mutfağınız bol sohbetli olabilir.
Yeşil: Zihin ve sinirler arasında mükemmel bir denge kurar, doğanın rengidir. Hem düşünsel hem fiziksel hareketler bu rengin etkisiyle dengelenir. Para rengidir. Unutmayın para parayı çeker, bol yeşillik, bol denge, bol para…
Turuncu: Bedeni harekete geçiren bir renktir. Kırmızı gibi enerji verir. Sanıyorum spor odası turuncu olursa yerimizde duramayız.
Zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz bölgeler yoğun bölgelerdir; oturma odası, hol veya salonumuz gibi. Bu alanlarda nötr renkler kullanmak en iyisidir; bej, kirli beyaz, gri, açık yeşil veya diğer renklerin pastel tonları gibi. Bu renkler kimseyi rahatsız etmez ve derin duygusal reaksiyona yol açmaz. Ben tabii bu tonların arasına renkli aksesuarlar serpiştirmekten yanayım, sadeliğin içinde size kendinizi iyi hissettiren bir obje harika oturur.
Her geçen gün biraz daha gelişiyor, değişiyoruz; tabii zevklerimiz, hayallerimiz de değişiyor. On sene önce bulduğu her parlak, renkli ıvır zıvırı evine toplayan ben şimdi mümkün olduğunca az eşya ve bol alandan yanayım. Enerjiniz rahat rahat evde dolaşsın, yaratsın, uçsun, coşsun.
Kapısı kilitli kalan misafir odamızda oturuyoruz artık, kişisel öncelik planlamamızda başköşeye oturabildik sonunda. Başta biraz suçluluk duygusu, biraz şaşkınlıkla; kendimize değer vermezsek hiçbir şeyin yolunda gitmediğini fark ettik. Senin değerli bulmadığına bir başkası neden değer versin?
Bir kuantum sever olarak enerji, titreşim demeden tadı olmaz bu yazının; evrende var olan her şeyin ama her şeyin bir titreşimi ve frekansı var. Bizim de bu enerji ve frekanslarla bağlantımız var. Şöyle uzaklardan baksak dünyamıza kocaman bir enerji denizi çıkar ortaya…
Size sen diyebilir miyim yüksek müsaadenizle, kendimi rahat ve yakın hissedeceğim.
Senin frekansın ne ise etrafındaki hayat alanı frekansı da aynıdır, bunun aksini düşünmek bence delilik ya neyse! İç dünyanızda ne varsa dışarıda da o olacaktır. Biliyorum belki defalarca duydun bunu ve artık bir şey ifade etmiyor gibi, ne olmuş yani? İçim dışım birdir benim.
Bu denklemin derin matematiğini kavrarsan kavgan biter, yokluk biter, zorluk biter. Karşına çıkan her durumda döner kendine bakarsın; “Benim hangi duygum, hangi düşüncem bu sonucu yarattı?” diye. “Ölümlerin, kazaların, hastalığın da sorumlusu ben miyim?” diye soruyorsun, duyuyorum. Cevabıma bir yönün kızacağı ve ruhun cevabı bildiği için buraya yazmıyorum.
Yarım kalan işler, bozuk, kırık eşyalar, anı ve olumsuz duygu yüklü eşyalar enerji hırsızıdır. Başlangıçta fark etmezsin, zamanla da alışırsın. O enerji de orda bağlı kalır; kullanılmayan bir potansiyel olarak. Aynen kendi potansiyelini tam kullanmadığın gibi.
Eski sevgilinin hediye ettiği çerçeve neden hala orada? Hediye et bir arkadaşına, enerji alanından çıkar, vedalaş, duygularını tamamla. Bilinçaltı, objeyle kişiyi bütünleştirdiği için farkında olmadan her gördüğünde onu hatırlarsın. Özgürleşmeni geciktirirsin, acıyı tutarsın. Bıraksan acının altından sevgi çıkar hep. Yani sen çıkarsın.
O kırık ayna, burnu akan musluk, artık kaynatmaktan vazgeçen su ısıtıcısı… Hepsi enerjini tamamlamanı, kızgınlıklarını ve affedişini bekliyor. Sana bir süre için iyi hissettiren bir ortam bir süre sonra hissettirmeyebilir, bunu doğal karşıla, kutla böylece değişirsin. Eskiye tutunup kalmak seni yorar, sen bu dünyaya öylesine gelmedin ki.
Hayatının hangi aşamasında olursan ol, sevdiğin mekânın olsun, sana göre, seni yansıtan… “Şu anda mümkün değil” diyorsan hemen kafanın içinde bunu yaratmaya başla! Nasıl olsa dışarıda da yaratırsın. Senin mabedin, kendinle baş başa kalabileceğin, içine dönüp sohbet edebileceğin özel bir köşe. Belki sadece hayallerini yazmak için belki hayal kurmak, onun içinde yaşamak, hissetmek için. Orası senin yaratıcı köşen olsun, sen yaratıcısın…
Hayatını yeniden inşa etsen bu nasıl olurdu?
Neyi koyardın içine, neyi atardın?
Neyi severdin, neden vazgeçerdin?
Neyi farklı yapardın?
Hangi inancını ve hangi davranşını değiştirirdin?
Ya da aynı şeyleri yapıp farklı sonuç mu beklerdin? Eğer seçersen, bu sorular üzerine düşünmek sana renk katabilir.
Seni hangi renk temsil ediyor? Bence gökkuşağısın; müthiş bir potansiyele ve güce sahipsin, beni bir hatırlatıcı kabul et. Hayatın daima sen nasıl istiyorsan aynen öyle olacaktır.
Başlarda biraz çekingen kaldğım sonrasında coştuğum bir yazı olduğunu hissediyorum, doğru mu hissediyorum sence? Görüşmek üzere, sevgiyle…
Sevil ŞATANA