Kader Değil Almış Olduğumuz Kararların Sonucu
Yaşamın matematiği basittir:
Düşündüklerimiz ve inandıklarımızla yaratır, yaşamımızda olmasına izin verdiklerimiz ve alıp kabul ettiklerinizle yaşarız.
Geçenlerde bir video paylaşımı dikkatimi çekti. Videoda kişi kişisel gelişimciye bir soru soruyordu. “Yaptığınız çalışmalarla insanların yaşamlarındaki blokajları kaldırıp onları refaha ulaşmalarına ve istedikleri kişilerle evlilik yapmalarını sağladığınızı belirtiyorsunuz. Ya kader bunun neresinde? İnsanın kaderinde zenginlik yoksa evlenmek yoksa bu nasıl olacak?” diye bir soru sordu.
O soruyu duyduğumda, içimden bir ses “ilginç bakış açısı, onlar kader değil ki geçmişimizde almış olduğumuz kararların ve seçimlerimizin sonucu oluşan durumlar.“ dedi.
Birçok insanın yaşamındaki olaylara bakış açısı bu kişiye benzer durumdadır. Farkında olmadıkları şeyse sahip oldukları bakış açılarının içinde oldukları durumu yarattığıdır.
Geçmişte kendimize bir kimlik oluştururken içine doğduğumuz, aile, çevre ve kültürdeki tanımlamalara bakarak “kim olduğumuz, kim olmadığımız, neleri yapıp neleri yapamayacağımız, neleri olup neleri olmayacağımız, nelere sahip olup nelere sahip olamayacağımız, neleri hak edip neleri hak edemeyeceğimiz, nelere layık olup nelere layık olmadığımız” gibi birçok karar alırız. Ve yaşantımız boyunca da bu kararları referans alarak yaşamaya çalışırız.
Kendimizle ilgili aldığımız bu kararları referans alarak yaşadığımız sürece yaşamımızda hep aynı şeylerle karşılaşırız. Sürekli aynı şeylerle karşılaştığımızda bunun kaderimiz olduğunu düşünürüz.
Bu aslında en büyük yanılsama ve hipnozlarımızdan birisidir. Aynı şeyleri yaparak farklı bir şey yaratmamız zaten mümkün değildir. Bu yanılsama geçmişte almış olduğumuz kararların farkında olmadan sadece dar bir bakış açısı ile bugüne bakarak olayları anlamlandırmamızdan kaynaklanıyor.
Bu konu ile ilgili düşünceler zihnimi meşgul ederken bir danışanımın problemi de tam bunun üzerine geldi. Oda evlenme probleminden bahsetti; “Evli insanlara bakıp gıpta ettiğini kendisinin böyle bir hayata sahip olamadığı için kendini kötü hissettiğini” söyledi.
Ona şunu dedim; “Gerçekten evlenmek istiyorsan evlenebilirsin. Etrafta birçok kız ve kadın birisi onunla evlensin diye bekliyorlar. Birilerinin onları tercih etmesine dünden razılar.”
Böyle dediğimde; “Ayakları yere basan, güzel ve kültürlü olmasını istiyorum. Geçmişimde dengesiz konuşan birçok kadın vardı. Onlar gibi olmasını istemiyorum” dedi.
Ona; “Senin sorunun evlenememek değil istediğin özeliklere sahip kadının seni tercih edip etmeyeceğinden emin olamamak. Kendini tercih edilebilir nitelikte ve yeterlilikte görmemek. Sorunu yanlış tanımlıyorsun. Sorunu yanlış tanımladığında doğru çözüme ulaşamazsın. Şu anda olduğun halinle seni kabul edip seninle evlenebilecek birçok kişi var. Gerçekten evlenmek istesen ne yaparsın? Evlenmek isteyen kadınlara ulaşmak için çaba gösterirsin.
Etrafındaki insanlara; ‘ Ben evlenmek istiyorum. Bana bu konuda yardımcı olur musunuz?’ diye sorarsın. Mutlaka birileri çıkacaktır. Sen bu gerçeği görmezden gelip evlenecek kimse yoktan işliyorsun. Böyle davranmak seni hem mağdur yapıyor hem de karşılaşacağın durumlarla yüzleşmekten kurtarıyor. Bu nedenle bakman gereken evlenecek kız yokluğu değil senin istediğini yaratma sonrasında yüzleşeceklerindir. Bundan kaçınmak içinde geçmişteki ezik çocuktan işlevsel oluyorsun.”
Birçok insan bu zihin yapısında olmasına rağmen durumu evlenecek uygun kız veya erkek yok olarak tanımlayarak çarpıtma peşindedir. Gerçek sorun istediklerinin; kim olması, ne olması, nasıl gelmesi, nasıl ortaya çıkması ve nasıl görünmesi gerektiği ile ilgili gerçeklikleri ile bağdaşmayan şartlar öne sürmeleridir.
Kişiye; “İstediğin özelliklere sahip bir kadın seni tercih etti ve senin hayatına geldi, ne olurdu?” diye sordum. “Mutlu olurdum.” cevabını verdi. Mutlu olmak bir seçimdir. Sonuç değildir. Eğer onu sonuç olarak tanımlıyorsak kurban alanından işliyoruz demektir.
Kişinin olduğu şeyde tam da buydu. O özelliklere sahip bir kadının onu tercih etmesi ona acıması ve ona lütufta bulunması anlamına geliyordu. Çocukluğu yokluk ve sefalet içerisinde geçmişti. Kendini sahipsiz ve kimsesiz hissetmişti. Şimdi bir işe, bir mesleğe, bir gelire ve fiziki olarak ta iyi bir görüntüye sahip olmasına rağmen bir kadın karşısında geçmişin enerjisindeki sefil ve ezik çocuk gibi davranıyordu.
Bu durumda kalmasını yaratan şey kendi ailesinden ve yetiştiği çevredeki insanlardan utanması ve onlara karşı aşırı eleştirisel yaklaşımıydı.
Hiç bir insan kendi köklerinden utanarak ve onları ret ederek veya onları yok sayarak kendini değerli ve iyi hissedemez.
Oradan geldiğimiz için onlar hakkında hissettiğimiz ve düşündüğümüz her şeyin başkaları tarafından da bize yöneltilebileceğini biliriz. Sorun tam olarak odur. Onların bize yöneltebileceklerinden kaçmaya çalıştıkça daha da batarız. Sürekli tetikte ve savunmada oluruz. Ve buda o şeyleri bizim üzerimize daha da yapıştırır.
Bu tarz durumlarda ilk yapılacak şey kendi ailemizle, kendi geçmişimizle ve köklerimizle barışmaktır. Onlara yaşamımızdaki konumları için gereken saygıyı göstermektir. Yaşadıkları yaşamlar onların kendi seçimleridir. Onların yaşadıkları yaşamdan biz sorumlu değiliz. Ama onların konumlarına saygı duymak zorundayız.
Onlara saygı gösterdiğimizde kendimizde saygı göstermeye başlarız. Onlara değer verdiğimizde kendimize de değer veririz.
Küçük bir çocuk için anne veya babasının kim olduğu veya ne kadar kötü olduğu önemli değildir. Onlar olaya sadece anne ve babaya sahip olma boyutundan bakarlar. Bizim yapmamız gereken şeyde tam olarak budur. Onlarla ilişkimizi kim olduklarından, yaptıkları veya yapmadıklarından ziyade sadece anne ve babaya sahip olma konumu etrafında kurmaktır. O zaman kendimizle ilgili alıp kabul etme sınırlarımız değişir. Kendimizle ilgili değer algımız değişir. Kendimizle ilgili değer algımız değiştiğinde yaşamımızdaki ortaya çıkacak şeyler için izin veriş ve alıp kabul etme kriterlemiz genişler. Buda yaşamımıza daha fazla bolluk ve bereketi getirir.
Tekrar başa dönersek; kader diye tanımladığımız, yaşadığımız ve başımıza gelen şeyler aslında bizim çocukluğumuzda kendimiz ve yaşamla ilgili aldığımız kararların ve bu kararlarla yaptığımız seçimlerin sonucu olarak ortaya çıkan şeylerdir.
Kendimiz ve yaşamla ilgili almış olduğumuz kararları değiştirdiğimizde sonuçlarda onlara bağlı olarak değişecektir. Dolayısıyla kader dediğimiz şey değişecektir.
Bundan daha iyi nasıl olur?
Başka neler mümkün?
Ben ışığım ve ışığımın parlamasına izin veriyorum.
Halis ŞAHİNER
Halis Şahiner’le Bireysel Danışmanlık
Kontrol Sende Kitabım için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız
Bilinçli Yaratma Sanatı Kitabım İçin lütfen aşağıdaki linke tıklayınız