|

Beklenti Uyumsuzluklarına Hangi Anlamları Yüklüyoruz?

Yaşamımızda, bizi yaşam boyunca etkileyen şey kendimizle ilgi sahip olduğumuz kim olduğumuz, ne olduğumuz nasıl birisi olabileceğimiz, neyi yapabileceğimiz, neyi yapamayacağımızla ilgili tanımlama ve düşüncelerimizdir.

Bu bilgiler çocukluğumuzda dış dünyadan alıp içselleştirdiğimiz bilgilerden oluşur.

Dış dünyadan beş duyu organımızla aldığımız bilgileri genelleme, silme ve çarpıtma olarak adlandırılan üç tane içsel filtreden geçiririz.

Bilgiler bu filtrelerden geçirildikten sonra kendi dünya modelimizin bir yansıması olan kelimelerle bizim için anlamlı bir hale gelir.

Genelleme, silme ve çarpıtma yapmak birçok alanda yaşamımızı kolaylaştırırken birçok alanda ise sınırlama yaratır.

Genelleme, az ve sınırlı verilere dayanarak iddiada bulunmaktır. Genelleme, öğrenmenin bir sonucudur. Genelleme; tek bir olay veya sınırlı olaylarla evrensel kural çıkartmaktır. Genellemeler, istisnalara imkan tanımadıkları için kişiyi ve düşünceleri sınırlar.

Silme, belirli cümlelere odaklanma ve bunların ön plana çıkarılması sonucu oluşur. Diğer ayrıntılar anlatımda önemsizleşir.

Çarpıtma, bilgilerin işimize gelen kısmına odaklanarak geri kalan kısmının göz ardı edilmesidir.

İnançlarımız da geçmişimizle ilgili yaşadığımız deneyimlerin genellemesidir. Deneyimlerimizi yorumladığımız şekli ile genellemeler yaparız.

Genelleme yapan kişi, yaşadığı bir olaydaki tecrübesinden yola çıkarak, sanki hep, her zaman, sürekli böyle oluyormuş gibi bir yaklaşımda bulunur. Bu özellikle olumsuz bir an ile ilişkiliyse, bilinçaltımızın bir özelliği olarak genelleme yaparak, sınırlayan bir inanca dönüşmüş olabilir.

Yaşamdaki tanımlama ve anlamlandırmalarımızla neler yarattığımızın farkında olmazsak genelleme, silme ve çarpıtmalarımız bizi etkisi altına alır ve kendimizi mücadele içerisinde olduğumuz bir yaşam içerisinde buluruz.

Bunun en güzel örneği, anne karnında ve bebekliğimizde maruz kalınan istenmeyen çocuk olma, farklı cinsiyet beklentisinde olan ebeveyne sahip olma veya birilerinin bizim doğumumuzdan mutlu olmaması nedeniyle kendilerini kötü hissetmelerinin ana kaynağı olarak kendimizi görerek durumu çarpıtmak ve devamında da kendimizi kötü ve kabul edilmez olarak genellememizdir.

Ebeveynlerimizin beklentisi bizim dışımızda onların kendi dünyasına ait bir şeydir. Ebeveynler bir çocuğa sahip olmayı mutluluk kaynağı olarak ta tanımlayabilir veya sorun kaynağı olarak ta tanımlayabilir. Biz bunu kontrol edemeyiz.

Kontrol etmeye çalıştığımızda yaptığımız şey kendimizi onların dünyasına uydurmaya ve sığdırmaya çalışmak olur.

O zamanda kendimizi yanlış, hatalı, bozuk, yetersiz veya kötü yapma durumu ile karşı karşıya kalırız.

Orada olan şey sadece beklenti uyumsuzluğudur. Bir şeyle ilgili beklentilerin karşılanmaması beklentiye uygun olmayan şeyin içerik olarak yanlış, hatalı, bozuk, yetersiz veya kötü olduğu anlamına gelmez.

Aynı şekilde kişisel olarak birilerinin beklentilerini karşılayamamış kişi olmamız bizim kötü, hatalı, yetersiz veya değersiz olduğumuz anlamına gelmez.

Olayı şöyle düşünün, bir pastanede baklava siparişi verdiniz. Ve garson size kadayıf getirdi. Baklava istemenize rağmen garsonun size kadayıf getirmesi o kadayıfı içerik ve tat olarak kötü yapmaz. Orada kadayıfın bozuk ya da lezzetsiz olduğundan bahsedilemez sadece sipariş uyumsuzluğu vardır. Sipariş uyumsuzluğu kadayıfı kötü yapamaz. Kadayıf yine kadayıftır. Kadayıf olarak yeterlidir.

Aslında yaşamda sahip olmamız gereken farkındalıkta budur. Beklentilerin karşılanamaması ve beklenti uyumsuzluğu ile yanlış, kötü, eksik, yetersiz olma tanımlarının birbirinden tamamen farklı olduğunun farkında olunması gerekir.

Birçok insan ilişkilerde terk edildiğinde veya beklentileri karşılanmadığında hemen kendinin nerede yanlış, nerede hatalı, nerede eksik, nerede yetersiz olduğunu anlamaya çalışıyor.

Bunu yaptığı her durumda da kendini kötü hissedip yaşamını daha da sorunlu hale getirir. Yaşamımızda elde edeceğiniz şey referans aldığımızın şeyin yansıması olacaktır.

Kendimizin eksik, yetersiz, hatalı ve kötü olduğu referansından yola çıktığımız her durumda elde edeceğimiz şey aynı durumu daha fazlasıyla yaşamımızda yaratmak ve hissetmek olacaktır.

Yaşamımızda beklentileri karşılayamadığımız durumlarda kendimizle ilgili hangi tanımlamalara, etiketlemelere ve yargılamalara sahibiz?

Bunların ne kadarı gerçek ve kabul edilebilir?

Kendimizi yanlış, eksik, yetersiz ve kötü olarak tanımlamanın nesini seviyoruz?

Bu tarz bir durumda karşılaştığınızda kendimizi yanlış, eksik, yetersiz ve kötü olarak tanımlamak yerine burada sadece bir beklenti uyumsuzluğu var deseydik kendimizi nasıl hissederdik? Yaşamımızda ne yaratırdık?

Beklenti uyumsuzluğu yaşadığımız durumlarda yapmamız gereken tek şey soru sormaktır.

Mevcut duruma sadece beklenti uyumsuzluğu olarak bakarsam nasıl hisseder, nasıl davranırım?

Burada mevcut durumla ve kendimle ilgili görmeyi ret ettiğim gerçeklik nedir?

Mevcut beklentinin ne kadarını karşılamaya gönüllüyüm?

Benim beklentilerim neler?

Başka birilerinin beklentilerine kendimi uyumlamak çalışmak yerine kendi beklentimi karşılayacak birlerine veya şeylere sahip olmayı seçseydim ne yapmam, ne olmam, nasıl davranmam gerekir?

Bundan daha iyi nasıl olur?

Başka neler mümkün?

Neşeli keyifli mucize dolu bir gün olsun.

Halis ŞAHİNER

Kontrol Sende Kitabım için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız

Bilinçli Yaratma Sanatı Kitabım İçin lütfen aşağıdaki linke tıklayınız

Similar Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir