Papatya ve Kelebek

Günlerden bir gün, evrenin bir
noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen
beslenmeye başlamış.
Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde, kendine güvenli bir
yer bulup, bir koza örmeye başlamış.
Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da, rengarenk kanatlı
bir kelebek olup çıkmış.

Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya başlamış. Dağlar
tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış.
Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye. Etrafına
şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya görmüş. Bir anda
afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını bilememiş. içinden “Ne muhteşem
bir çiçek” diye geçirmiş.
Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin üzerinden geçip
doğruca onun yanında almış soluğu.

“Merhaba” demiş papatyaya, “sizi uzaktan gördüm ve yanınıza
gelmek istedim.”. Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve
“Merhaba” demiş, “ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten.”

Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek
ona hayat hikayesini, nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri
anlatmış.

Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten hoşlanmışlar.
Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş.
Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler.
Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından
korumuş. Minik kelebek papatyayı çok sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü
onun yanından ayrılamamış.
Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret edip de bunu
papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan, incitmekten, bu yüzden
kaybetmekten korkmuş. Papatya da
kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini.
Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği kaybedeceğinden
korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana ama sevgilerini paylaşmadan sürekli
sohbet etmişler.

Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek artık zamanı
kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya dönmüş ve; “Üzgünüm
ama senden ayrılmam gerekecek” demiş.
Papatya buna bir anlam verememiş. “Neden” demiş. “Yoksa benim
yanımda mutsuz musun?”. “Hayır” demiş kelebek. “Bilakis,
sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü
sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği
bir yere gitmeliyim.”

Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten. Kelebek artık
hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark ettiğinde, son bir
gayretle papatyaya “Sevi seviyorum”
diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece “Bende…” diyebilmiş
kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.

İçinden “Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim. Keşke onu sevdiğimi
söyleyebilseydim.” diye geçirmiş. Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini
bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce
solmuş, Sonra da dökülmeye başlamış.  Her düşen yaprakta papatya,
“seviyormuş” diye geçirmiş içinden.

İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar, sevgililerine soramadıklarını hep
papatyalara sormuş:
“Seviyor mu, sevmiyor mu?”…

 

Similar Posts